Sene 1978, 79...Almanya'ya öğrenci olarak gitmişim. Münih'teyiz. Bir arkadaşımla bekâr bir Alman'ın evinin bir odasını kiralamış, orada kalıyoruz. Tabi, o zamanlar bu Almanya, Batı Almanya, çünkü bir de Doğu'su var. Bir hemşehrimiz sağolsun bize bir temizlik işi bulmuş, bir sigorta şirketinin genel müdürlük binasında. Kocaman, çok katlı bir bina. Yanılmıyorsam, şirketin adı Winterthur gibi bir şey. Neyse, biz burada belirli bir katın temizliğinden sorumluyuz. Geniş bir salon, yanyana onlarca masa. Benim işim, elimdeki elektrik süpürgesi ile yerleri süpürmek, yanımdaki arkadaşın işi ise masaların tozunu almak, kül tablalarını boşaltıp, onları silip, tertemiz bırakmak. Memurların mesaisi saat 17 civarında bitiyor, biz de 17.30 civarında işbaşı yapıyoruz.
İşte bir gün, yine işbaşı yapmış, temizliğe başlamışız. Yalnız bu gün biraz farklı bir durum var. Orta masalardan birinde, bir bayan memur mesai bittiği halde bürodan ayrılmamış, masasına da bir gazete yaymış, tek başına oturmuş, onu okuyor. Biz de temizliğimizi yapa yapa o masaya doğru ilerliyoruz. Benim için bir sorun yok, çünkü yerleri süpürüyorum. Ama yanımdaki arkadaşın o kadının masasını da silmesi lazım. Derken bu kadının masasına ulaştık. Bizimki masaya doğru yaklaşırken, kadın buna baktı ve başıyla; "temizlemene gerek yok" anlamında bir işaret yaptı. Tamam da, iş masa temizliği ile bitmiyor ki...Masada kül tablası varsa, onun da boşaltılıp temizlenmesi lazım, fakat masaya yayılmış olan gazete nedeni ile, masada kül tablası var mı, yok mu bilinemiyor! Kadının, bu "gerek yok" mesajına rağmen arkadaş kadının başına dikilmiş bekliyor, almancası da pek kıt olduğu için "kül tablası var mıydı?" sorusunu sormayı bir türlü becerleyemiyor. "Haben Sie..." (Var mı?...) kısmını söylüyor ama "kül tablası" diyemediği için iki elinin baş ve işaret parmaklarını birleştirip koca bir "yuvarlak" yapıyor ve lafın gerisini böyle tamamlamaya çalışıyor. Tabii ortaya çok acaip bir durum çıkıyor. Koca binada bir kadın iki erkeğiz ve adamın biri, kadının başına dikilmiş, eliyle "sizinki bu kadar var mı?" gibi acayip bir anlama gelen bu soruyu ısrarla sorup duruyor. Başımı kaldırınca meselenin vahametini gözümle görmüş oldum. Kadın müthiş korkmuş, gözleri büyümüş bir vaziyette buna bakarak; "ne demek istiyosunuz siz" diyor. Bizimki ise kadının korkusuna bir anlam veremiyor, ne dediğini de anlayamıyor ama ısrarına da devam ediyor. Bir de Allah selamet versin, tipi de yanlış anlaşılmaya çok müsait bir çocuk. Bu da durumun vehametini pekiştiriyor tabii. Neyse ki, hemen atıldım. "Aschenbecher!" (Kül tablası) deyince, kadın sandalyesinin gerisine doğru kendini attı, elini alnına koyup, derin bir rahatlamanın ardından "Oh mein Gott, ooh mein Gott!.." diyerek gazetenin altındaki kül tablasını alıp gülerek bizimkine uzattı...
Eh, işte bu da benden, aklımda kalan küçük bir anıydı...
...
16 Ekim 2010 Cumartesi
Haben Sie nah bu kadar?
Gönderen
Hikayeci: Vecihi Batmaz
zaman:
04:51
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Etiketler:
Osmaniye'den Hikayeler
2 yorum:
bu kişi tahmin ettiğim kişimi yoksa
:))))))))
Yorum Gönder