Efendim, doğrusunu isterseniz, ismimizin önüne, öyle "araştırmacı tarihçi" gibi bir etiket eklemek niyetimiz yok, zaten böyle bir şeye lüzum duyduğumuz da yok! Lâkin, son zamanlarda, bilhassa televizyonlara çıkıp millete tarihçilik taslayan kimi koca koca(!) adamlara ve onların "tarih" diye anlattıklarına bakınca, bu konuda bildiklerimizi anlatmanın ve yalan yanlış, eksik gedik bir dolu hikayeyi tarih diyerek millete göz göre göre yutturmalarının önüne geçmenin artık bizim için de bir nevi vatandaşlık görevi haline gelmiş olduğunu düşündük. Hâl böyle olunca da geçtik oturduk klavyenin başına...
Şimdi, şu yukarıda söylediklerimize binaen, geçen gün bir televizyon kanalında çıkan bu adını ilk defa duyduğumuz "tarih uzmanı"(!) zatlardan biri, sultan Abdülaziz Han hakkında öyle şeyler hikaye etti ki, ağzımız hakikaten açık kaldı!..
Sultanın kayınbiraderini, (Hassa Ordusundan ve onun kural, kaide ve geleneklerinden pek haberi yok ki) önce hanım sultanın "hemşehrisi" yapmaya çalıştı. Baktı olmadı, bu defa işi "Çerkesliğe" bağlamaya kalktı!.. O da yetmedi, Abdülaziz Hanın katlinde başrol oynamış bir paşa olan İspartalı "Eşekçi Ahmet"in oğlu "Hüseyin Avni"yı, seyirciye hakiki bir "devlet adamı" olarak tanıttı, bu da onu kesmemiş olacak ki, ondan bir de büyük vatansever ve bir "kahraman" gibi bahsetmeye kalkıştı!.. Velhasılı, kendi siyasi meşrebine uygun düşecek şekilde, adeta yeni baştan, kendine göre bir tarih yarattı!.. İşte bu vesile ile dayanamadık ve Sultan Abdülaziz Han hakkında bildiklerimizi bir de biz yazalım dedik ve görelim bakalım ne söyledik:
* * *
Doğduğu 1830 yılından, "Feriye Sarayı"nda bilekleri kesilmiş halde ölü bulunduğu 4 Haziran 1876 yılına kadar, 46 yıllık ömründe 15 yıl padişahlık yapmış bulunan Abdülaziz Han, aynı zamanda Osmanlının 32. padişahı ve İslam'ın da 111. Halifesi idi. Diğer padişahlardan farklı olarak, imparatorluğun eyaletlerine muhtelif ziyaretler yapmış ve padişahlığı esnasında Avrupa'ya seyahat etmiş ilk ve tek padişahtır.
İri cüssesi, güçlü bedeni ve güreşe olan merakı ile de tanınan Abdülaziz Han, güreşçi olduğu halde, aynı zamanda saray bahçıvanı olarak da görev yapan "Bahçıvan Mustafa" adlı bir zat ile fırsat buldukça güreşe tutuşur, antrenman yaparmış. Osmanlı ordusunda, başta üniformaların yenilenmesi olmak üzere bir çok ıslahatı hayata geçiren Abdülaziz Han, bir gün ordusunda yaptığı bu ıslahatleri yabancı devletlerin elçilerine de göstermek istemiş ve bu maksatla, şimdiki "Veliefendi Hipodromu"nun bulunduğu yerde, o zamanki adı ile "Veliefendi Çayırı"nda bir tören düzenletmiş. Burada şatafatlı bir otağ kurdurup, yabancı elçileri yanına oturtmuş ve o "yenilenmiş" ordu da bu otağın önünden resmi geçitte bulunmuş. Resmi geçit sonrasında da, programa göre güreş müsabakaları varmış. Sultan Abdülaziz, bu müsabakalar için Erzurum'dan genç ve yağız bir de güreşçi getirtmiş. Derken, sıra günün en heyecanla beklenen müsabakasına gelmiş. Güreşçilerden biri, o meşhur "Bahçıvan Mustafa", diğeri de, o hani Abdülaziz'in Erzurum'dan yeni getirttiği güreşçi çocukmuş.
Derken bu iki pehlivan, peşrevlerini çekip güreşe tutuşmuşlar. Fakat, vakit ilerledikçe görülmüş ki, bu iki güreşçi yenişemiyor. Erzurumlu genç ve güçlü, bahçıvan Mustafa ise yaşlı ama tecrübeli. Bu sebepten, Erzurumlu, bütün çabasına rağmen Bahçıvanın sırtını bir türlü yere getiremiyor!.. Bu durumu anlayan Abdülaziz Han, yabancı sefirlerin yanında olduğuna aldırmadan, ikide bir ayağa kalkıp Erzurumluya taktikler vermeye başlamış. Lâkin, oğlan Abdülaziz'in verdiği taktikleri olmuyor uygulamaya koyamıyor!.. Bir, iki derken, Abdülaziz Han dayanamamış, sırtındaki pelerini atıp güreş meydanına fırlayıvermiş!.. Eliyle Erzurumluyu kenara çekip, Bahçıvan Mustafa ile kendisi tutuşmuş ve deminden beri bağıra çağıra verdiği taktiği bizzat uygulama sahasına koyarak ve: "İşte sana deminden beri böyle yapacaksın deyip duruyordum!.." diyerek, bahçıvanı kaldırdığı ile sırtının üstüne yere vuruvermiş!.. Ve bittabi, başta sefirler olmak üzere herkes ayağa kalkarak sultanın bu başarısını coşku ile alkışlamışlar. Ama gelgelelim ki, bu işe Bahçıvan Mustafa çok bozulmuş ve onca milletin gözü önünde padişahın kendisini bu şekilde yıkmasını bir türlü hazmedememiş!.. İşte, daha sonraları da, onun bu zaafını "birileri" kullanmış ve Abdülaziz'in bileklerinin kesilmesi esnasında onu bu şenaatin yardakçısı olmaya ikna etmiştir!..
0 yorum:
Yorum Gönder