19 Ekim 2010 Salı

Bu Kung-Fu başka Kung-Fu

Şimdi, adına Müjdat Hoca diyelim de başımıza iş açmayalım. Bu muhterem abimiz, o zamanlar mahallemizin en namlı abilerinden. Daha o günlerden yurtdışındaki kızlarla yazışır, onların gönderdikleri mektup ve resimleri bize gösterir, bizler; "vayy bee" dedikçe de bundan çok memnun olurdu. "Ennn" olmaktan, olamasa da "olmuş gibi olmaktan" mutlu olan bir adamdı. Tek yapmanız gereken şey, çıkıntılık yapmadan, size mantıksız da gelse; "peki ama...." ile başlayan soru cümleleri kurmadan, anlattıklarını dinlemekten ibaretti. Aksi durumda, sizle selamı sabahı da keser, bir daha öldüm allah, ömür boyu ağzından kuru bir merhaba dışında başka bir şey duyma şansınız kalmazdı. İşte böyle bir adamdır bu Müjdat Hoca. Ha, bir de unutmadan, 70'li yıllarda Robert Redford'a benzediğini, daha sonra ise (olgunlaştıkça yani...) Maykıl Douglas'a benzediğini düşündüğünü söyleyebilirim.


LESSON ONE:


Bu kısa tanıtımdan sonra, bugünkü konumuza dönebiliriz. 70'li yılların ortalarındayız. Müjdat Hoca, yurtdışı yazışmalarından mı, takip ettiği Playboy, Hustler gibi yurtdışı bilimsel() yayınlardan mı veya uzakdoğu temaslarından mı, şu anda bilemiyorum, önemli bir ipucu yakalamış! Bu "ipucu", malûm; "en hayatî" organımızın daha bir cüsseli olmasını sağlayacak "tüyo"ları içeriyor. Hoca bunu, "s.k kung-fusu" şeklinde tercüme ediyor. Buna göre, bir kaytan iplik alıyorsunuz, bunu balmumu ile iyice bir sıvıyorsunuz. Daha sonra bu kaytanın ucuna bir ağırlık bağlıyorsunuz. (Hoca, bunu ons'dan grama çevirince, başlangıç olarak, aşağı yukarı 250 Gr. gibi bir sonuca ulaşmış ve o günlerde yaygın olan "kefeli" terazilerde kullanılan, sarı tunç'tan bir 250 gramlık temin edip, bu ipin ucuna bağlamış. Ha, unutmadan, ipin uzunluğu da bizim ölçülerimize göre 30-35 cm. kadar olmalıymış...) Neyse, ipin boşta kalan öbür ucunu da kement yapıp, organın ucuna takıyorsunuz ve çalışmaya başlıyormuşsunuz. Nasıl diye sormuyorsunuz elbette ama ben yine de söyleyeyim. Olay tamamen bir kaldıraçla ağırlık kaldırma prensibine dayanıyor. Bunu bir nevi "halter" çalışması olarak kabul edebiliriz yani...Önce, doğal olarak bir zorlanma oluyormuş ama bunun moralinizi bozmasına izin vermemeliymişsiniz. (Malûm, çelikten bir iradenin aşamayacağı bir engel yoktur). Zaten amaç da birdenbire kaldırmak değil, ritmik bir şekilde, bu ağırlığı kaldırıp indirmekmiş. Bu da sözkonusu aletin, öncelikle kas gelişimini sağlamak bakımından önemliymiş. (Daha kaslı olsa n'oolacak ki yaw, diyorsanız, sabretmeli ve dersinize odaklanmaktan başka bir şey düşünmemelisiniz. Hoca, şu anda yarım kiloyu kaldırıyormuş. Emek, sebat ve yılmadan çalışmanın neticesi olarak yani...)


Birinci ders burada biter. 15 dakka teneffüs! Hadi bakiim :))


* * *


LESSON TWO:


Eveet, ikinci derse başlıyoruz...


Şimdi, bu Müjdat Hoca, azimle sürdürdüğü bu 5 aylık antrenmanın semeresini, bir gün banyoda 15 ile 16'yı toplarken almış. Almış amma çok da korkmuş! Zira, toplama işleminin neticesi, oturduğu yerin hemen üst tarafında bulunan ve açık duran düşer banyo penceresine büyük bir hızla çarpmış, pencerenin camını kırmış, cam kırıkları da Müjdat Hoca'nın kucağına düşmüş. Allahtan eliyle tüfeğin namlusunu sıkıca kavrar bir pozisyonda imiş de "namlu" yerine eli kesilmiş. Anlatırken, bir ara: "Hani hatırlar mısınız çocuklar, bir ara sağ elim sarılı gezmiştim, işte o yüzdendi..." diyerek, olayı böylece "delillendirmiş" de oldu. Bugün bu emeğinin karşılığını, zaman zaman gittiği İstanbul'da fazlası ile görüyormuş. Özel toplantılarda, karnına  bebe yağı sürerek, malzemeyi el değmeden aşağı yukarı sallıyor ve beklenmedik anlarda "şaak!" diye karnına vurduruyor, çıkan ses de izleyicileri müthiş çıldırtıyormuş.


Her kula nasip olmaz, ne diyelim...Helal sana bu yollar, hocam! 









0 yorum:

Yorum Gönder