Herhalde o dönemler, 12 Eylül harekâtının etkisi ile olacak, memlekette kendisine (yaş durumuna göre) Albay, Binbaşı, Yüzbaşı lâkabı takanların sayısında belirgin bir artış olmuştu. (Mesela, bunlardan biri de Yüzbaşı Ersin'di. Zamanı gelince ondan da bahsedeceğiz elbette ama şimdi asıl konumuza dönelim).Yaşları denk iki abimiz, birbirinden habersiz "Albay" lâkabı ile çağrılmaya başlandı. (Tabii ki, kendi talepleri doğrultusunda...) Fakat kısa bir süre sonra, Osmaniye gibi, o zamanlar küçük sayılabilecek bir ilçede iki albayın olması, bu albayları(!) doğal olarak rahatsız etmeye başladı. Tabii, arada lâf getirip götürenlerin, gaz verenlerin haddi hesabı yok. Nitekim, bir gün biri duramıyor ve Murat albayıma soruyor: "Albayım, bu nasıl iş? Bir de Albay Mustafa çıkmış, bu nasıl iştir?!.." deyince, Albay Murat, dayanamıyor: "Bak Binbaşım, (kendisine albay diyene o da derhal "binbaşı" payesini veriverirdi...) o şube albayı, bense kıt'a albayıyım. Anladın mı?..!"
Malûm, şube albayı dediği, askerlik şubesi başkanı olan albay, ki genellikle yedek subayken teskere bırakan asteğmenlerden olurdu...Yani ötekisi, kendi anlayışınca bir nevi "çakma" albay olmuş oluyor, kendisi de tabii ki, "harbîden" albay...
...
9 Ekim 2010 Cumartesi
Şube Albayı
Gönderen
Hikayeci: Vecihi Batmaz
zaman:
14:05
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Etiketler:
Osmaniye'den Hikayeler
0 yorum:
Yorum Gönder