8 Aralık 2010 Çarşamba

"Olmaz Memmet!.."

Dünden söz verdiğimiz üzere, merhum Maskot Mehmet'in, kısa ama ne zaman aklımıza gelse, bizi çok güldüren bu ikinci hikayesini, okuyucunun da hoşgörüsüne sığınarak anlatmaya çalışacağız. Rahmetli, malûm, belediyede çalışıyor, yeni de evlenmiş. Evlenmiş ama henüz kendine ait bir evi de yok. Mecburen baba evinde kalıyor, yani ailesi ile beraber aynı evi paylaşıyor. Günler bir minvâl üzerine gelip geçerken, mevsim yaz-bahara dönüyor, rahmetli de, eşini köye; kayınbabasının yanına bırakıyor, bırakıyor ki, eşi de biraz ana baba hasreti gidersin, hem de ikisi için bir değişiklik olsun.... Yani artık bir nevi yaz bekârı. Yaz bekârı amma, daha ilk haftadan, hafta sonunu adeta iple çeker bir hale geliyor.


Neyse, uzatmayalım, hafta sonu geliyor, kendini kayınbabasının köyüne dar atıyor. Akşam yemeği, çay kahve falan derken, ev halkı yavaş yavaş odalarına çekiliyor. Maskot Mehmet de eşiyle kendi odasına çekiliyor. Çekiliyor amma nedense eşi kendisine karşı biraz mesafeli? Bir yandan içinden: "Ulan hayırdır inşallah!.." falan derken, öte yandan da, bir kere gözünü karartmış bulunduğundan, yerinde duramıyor! "Aman avrat, yaman avrat!" dese de yengenin gönlü yok! Maskot, biraz daha üsteleyince, eşi mahçup bir eda ile baklayı ağzından çıkarıyor: "Ama Memmet bura benim babamın evi!" Mehmet abi, bu söz üzerine beyninden vurulmuşa dönüyor: "Arvadını ...min gızı! Senin babayın evi ev de, benim babamın evi kerane mi lan!"


Evet, oldukça karışık bir durum hakkatten, öyle değil mi! :))

0 yorum:

Yorum Gönder