Yıl, 1900!lerin başı... Çukurova'da Ermeniler ve Türklerin bir arada yaşadığı zamanlar. Osmaniye'nin aşağı köylerinden birinde, iki bostan komşusu; biri Mehmet Emmi, diğeri Artin. İkisi de, bostanlarına dadanan domuzlardan muzdarip. Her gece ellerinde "tüfengleri", domuz bekliyorlar. İşte yine böyle bir gece, hava pırıl pırıl. Ay, dolunay. Mehmet Emmi ve Artin gene nöbetteler...Derken, mısırların arasından ani bir hışırtı...
Artin kulağı dikiyor, nefesini tutuyor... Evet, o olmalı! Bir karaltı mısırların kenarında geziniyor! İşte, tam zamanı! Tüfengi doğrultuyor, basıyor tetiğe... Devriliyor o karaltı yanının üstüne... Ama varamıyor hemence yanına Artin. Ya ölmemişse, ya yaralıysa? Maazallah biçer adamı hınzırın azısı! Fakat o da ne?!.. Ay ışığı vurdukça, o yerde yatan karaltının ayakları niye öyle parlıyor ki?!.. Ulan bu bizim katır olmasın sakın?!.. Artin, ümitsiz ve ağlamaklı... Mehmet Emmi'ye ünlüyor: "Memmet emmi, Memmet emmi!.." "N'ooldu ulan Artin, neyidi o?!.." diyor Mehmet Emmi... "Nallı domuz olur mu emmi?" diyor Artin, medet bekler bir sesle. "Nallı domuz olur mu?!.."
Olmaz tabii.. Artin de biliyor amma ne yapsın, mal canın yongası! Dili varmıyor, "katırı vurdum!" demeye...
Hey gidi günler!
22 Kasım 2010 Pazartesi
Nallı domuz olur mu?
Gönderen
Hikayeci: Vecihi Batmaz
zaman:
13:18
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Etiketler:
anonim
0 yorum:
Yorum Gönder