21 Ekim 2010 Perşembe

"Bu Müjdat Hoca yalan söylüyor!"

Dünkü mevzuudan devam edersek, dediğim gibi, bir yaz günü Güney Restoran'ın damında oturmuşuz. Masamızda bu defa bir misafir var. Ben bu "memiş"i daha önceden de tanırdım da, nasıl bir "cevher" olduğunu bilmezdim, meğer o da bu güne kısmetmiş!


Bu adam da aynı Müjdat Hoca gibi "enn"lerin adamı!


Kısa boylu, hani bir zamanlar "çim adam" satarlardı ya hediyelik eşya dükkânlarında, işte saçlarını jöle ile öyle yukarı doğru dikmiş ki, boyu biraz daha uzun görünsün.


Adam, çevre müfettişi, dalgıç, paraşütçü, pilot, dağcı, avcı ve atıcı, ormancı, maden uzmanı, planörcü ve velhasıl benim aklımın ermediği daha nice işlerin "uzman"ı.


Cüzdanında, bunların hepsine dair bir belge var, bir tek bu karı-kız işinin belgesi eksik ki, zaten "şimdilik" bunu veren bir resmi mercii olmadığı için de bu konuda onu ister istemez mazur göreceğiz.

Olsaydı, zaten onun da belgesi çoktan "portföyündeki" yerini alırdı.


İşte böyle bir adammış meğer bizim bu Memiş!


Unutmadan, çok sonraları bu adamı Müjdat Hoca şöyle tanımlamıştı:


"Bırakın ya bu adamı! Herf aynı "Duracell Tavşanı" gibi!"


* * *


İşte şimdi konumuza dönebiliriz:


İşte oturmuşuz, Müjdat Hoca'nın İstanbul uçuşunda "başına gelen" bu hadisenin bir "değerlendirmesi"ni yapıyoruz o akşam.


Meseleye yeni vakıf olan Memiş, tereddütsüz bir eda ile: "Bu Müjdat Hoca yalan söylüyor!" diyerek ortamı aniden "buz gibi" bir hava estirmesin mi?!.. 


Üstüne üstlük, bize de; "bunu ancak siz yersiniz zavallılar!" dercesine küstah bir bakış atmasın mı...


Bu noktada ister istemez mevzuuya müdahale edecek ve  "gereğini" yapacaksın.
Ben de öyle yaptım...


Böyle zamanlar aynı zamanda bir fırsattır. Krizi fırsata çevirme meselesi hani! Bu adamda cevher var, konuşturmak lazım! Zira, Yüce Allahım körüne "ikinci" bir göz ihsan etmek üzere!..


Masadaki diğer iki arkadaşı da işaret ederek;
"arkadaşlar da bilir ki, Müjdat Hoca diyorsa doğrudur, biz şimdiye kadar onun bi yanlışını görmedik" dedim.


Bunun üzerine Memiş:


"Yaa çok safsınız. Bir kere, uçak Adana'dan havalandı mı, Tarsus semalarında servis başlar. Uçak Yalova üzerine geldi mi de servis ancak "toplanmış" olur. Kaptan Pilot da "kemer bağlama" anonsu yapar. Dolayısıyla, bu Hostes'in istese de bu "işi" yapacak zamanı yoktur!" diyerek, bir "bilirkişi" edasıyla meseleye noktayı koydu!.."İşte bu yüzden bu adam yalan söylüyor!"


Haydaa, adam deştikçe deşiyor!


Yaa bırak adam yapmışsa yapmış işte, ne karıştırıyosun öteyi beriyi!


Ama yok, bu mevzuu bu vatandaşın zülfü yârine bayaa bi "dokunmuş" demek ki, ha bire mevzuuyu uyuntuluyor! Derhal mevzuuya müdahale etmezsek, hem "saftirik" durumuna düşeceğiz, hem de gıyabında Müjdat Hoca'nın refüze olmasına sebep olacağız!


O halde, derhal ve hemen, "ikinci bir bilirkişi" bularak bir kontratak geliştirmek ve topu kendi sahamızdan çıkarmak gerek!


Hemen aklıma, o günlerde, yaptığı "ihtisas" nedeni ile haftada bir kaç kez İstanbul'a uçmak durumunda olan bir doktor arkadaşımız geldi. Uyanık da bir çocuk, meseleye derhal vakıf olabilecek ve de Müjdat Hoca'yı "iyi" bilen biri. Gerçi saat da geceyarısına geliyor ama sorun olmaz. Girdiğim risk "büyük" ama "doktoruma" da güveniyorum. Zaten o anda yapılabilecek başka bir şey de yok. "Tek yön"e girmişiz bir kere yani...Maazallah bu herifin bu restini göremezsek, adamın gözünde ömür boyu madara olarak kalacağız.


Ulan, uçuşta hiç servis olmasa ne olacak, biz de biliyoruz işin içyüzünü amma adam gönlünce sallamış işte, bırak sallasın!


Ama olmaz, Memiş efendi bunu "namus" meselesi yaptı, gururu kırıldı.


Tam kendinden anlatacakken böyle birinin "varlığı" onu fevkalade rahatsız etti, kendini ikinci planda kalmış hissetti.


Velhasıl olan oldu, ok bir kere "raydan" çıktı!


"O zaman bir dakika!" diyerek derhal cep telefonunu çevirdim. Sağolsun Doktor da pat diye açtı.


Selam sabahtan sonra mevzuuyu hızlıca bir geçtim. Telefonu "hoperlöre" alıp, masanın orta yerine bıraktım!


Doktorum şöyle aslan gibi derin bir nefes aldı ve ağır ağır konuşmaya başladı:


"Valla abi, bana kalırsa asıl o arkadaş yanılıyor. Çünkü servis Afyon semalarında iken toplanmış olur ve bundan aşağı yukarı 12 dakika sonra uçak Yalova üzerine gelir. Dolayısı ile ortada 12 dakikalık bir müsait zaman var. Herhalde Hoca da bu boşluktan istifade etmiş olmalı!" diyerek meseleye noktayı koydu.

Hay Allah razı olsun!


Keyifle şöyle bir geriye kaykılıp Memiş'e gözümü diktim.


O da gözünü havaya dikmiş, hesapta uçuş rotasını yeniden gözden geçiriyor!


Derken, dudaklarını büzerek: "Evet, olabilir, doğrudur. Arada bu kadarlık bir zaman olabilir ama uçak Afyon üzerinden değil Afyon'un batısından geçer! Zira İsparta üzerinden gelir!" diyerek, hem uçuş rotası konusunda Doktor'u düzeltmiş(!), hem de yaptığının küçük bir unutkanlık olduğunu, böyle bir olay olmuş olsa da, bu "olay"ı pek de önemsemediğini gösterme yoluna girdi ama tam o anda ne olduysa, birden bire bana dönerek: "Bu Hoca'nın bindiği uçak hangi markanın hangi modeliymiş?" diye sordu.


Anlaşıldı, yenilgiyi kabul etmemiş, sadece yeniden hücuma geçmek için geçici olarak ricat emiş!


"Ne biliim olum, şimdi nerden çıktı ki bu?" dedim.


"Bilseydik ona göre bir şey söylerdik. Zira, her uçağın tuvalet kabin dizaynı farklıdır" dedi.


Tamam, rotadan tutturamadı, kabinden tutturacak!


"O uçağın modelini bi öğrenin, ben size olayın doğru olup olmadığını söyliyeyim!" diyerek olayı daha ileri bir tarihte yeniden ele alacağının altını çizmiş oldu ve devamla: "Ben seyahatlerimi hep Bi-Klase'de yaparım" dedi. 


Yaşasın!


İşte Memiş peşreve başladı!


Ben de; "Bu Bi-Klase de ne yav?" diyerek ilk elenseyi çektim.


Küçümser bir gözle şöyle bi baktı. Çünkü bu soruyu bekliyor.


"Bussines Klas" olm ya!" diye keyifle cevabını verdi. Bize de: "Haaa!.." demek düştü tabii, hep bir ağızdan...


"Ben..." diye devam etti, "Hep Bi-Klasede seyahat ederim. Öyle ayak üstü iş yapmayı da sevmem!"


Hadee, de buyur!


Böyle lafların gerisi geldi mi öyle bi gelir ki, asfalt silindiri halt etmiş! Önüne ne gelirse dümdüz eder de, ta öte başa çıkar!


Bekleyelim bakalım, hadi hayırlısı...


"Sırf uçak seyahatlerimde kullandığım özel kartvizitlerim vardır. Arkasında, bir arkadaşım Şişli'deki evinin krokisi basılıdır..."


Vay anasını, anlaşılan arkadaş olaya son derece profesyonelce yaklaşyor!


"Allah Allah!!! " nidaları şimdiden yükselmeye başladı masadan.


"Eğer uçuş esnasında bir hostesten hoşlanmışsam, hiç bir şey yapmadan doğrudan bu kartviziti uzatır ve "Bekliyorum..." derim. Bu kadarı yeterlidir. Şayet bu kartviziti vermişsem de, uçaktan iner inmez doğruca bu eve gider, duşumu alır, bornozumla kanepeye uzanır, viskim elimde beklerim..."


Vayyy bee!


"Çok sürmez, ding-dong, kapı çalınır ve açarım. Misafirim gelmiştir. Kapıda bir hoşgeldin öpücüğünden sonra içeri alırım..."


Resmen şoktayız! Bütün bunlar iyiye işaret değil...


Müjdat Hoca'nın tahtının çatırdadığını duyuyorum.


Memlekette meğer ne yiğitler varmış da biz bilmezmişiz, vaay ki vay!...Gözümüz aydın, aydın ki ne aydın!...




...

0 yorum:

Yorum Gönder