Rahmetli Namık Abi (Eroğlu), nur içinde yatsın, çok değerli bir abimizdi. Önce, şimdi Belediyeye ait "Ahmet Şekip Ersoy" konferans salonu olan yerde bulunan "Zafer Sineması"nı, sonra da şimdiki Halk Bankası civarında bulunan rahmetli İsmail Arabacı'nın yaptırdığı "Arı Sineması"nı çalıştırırdı. Ufak tefek ama cin gibi bir adamdı Namık abi. O dönemin (1970 öncesi ve sonrası...) gençlerinden bir çoğu, onun sayesinde "milli" olmuşlardır. O zamanın gözde eğlence mekânları ise İskenderun ve çevresi idi. Bilhassa "Soğukoluk" otelleri, o zamanın en gözde yerlerinin başında gelirdi. Neyse ki, 1980 yılında Uğur Dündar sayesinde kapatıldı da, millet çoluk çocuğunun nafakasını buralara dökmekten böylece kurtulmuş oldu. Neyse bu kadar izahattan sonra gelelim bugünkü hikayemize...
Albay Mustafa abiden (Gülle) daha önce bir vesile ile her halde bahsetmiştik. İşte bu Mustafa abi ile Namık abi hala dayı çocukları idiler. İskenderun tarafına gidecek olanlar, önce Namık abiyi razı etmek durumundaydılar. Zira, Namık abi oralarda pek bir tanınır ve sayılır bir adamdı. İşte gene bir akşam, Albay Mustafa abi, mahalleden iki arkadaşı ile beraber Namık abiyi İskenderun'a davet ediyorlar. Ama Namık abinin herhalde ya o gün keyfi yok, ya da kendini ağırdan satıyor, orasını tam bilemiyorum, bir türlü "tamam" demiyor. Döktükleri o kadar dile rağmen Namık abinin "yok" demesi, bilhassa Albay Mustafa abinin çok zoruna gidiyor ve diğer arkadaşlarına dönüp: "Ulan araba bizden, benzini bizden, para bizden, ne yalvarıp duruyoruz bu allahsıza ki, binin lan arabaya!.." demesi ile İskenderun yollarına düşüyorlar. Giderken de Albayım söyleniyor: "Ne lan bunun elinden çektiğimiz, biz de az mı geçtik sanki bu yollardan!.." diyerek, bir taraftan kızgınlığını ifade ederken, diğer yandan da; artık Namık abinin yerini alacak adam olarak kendini lanse etmiş oluyor.
Neyse, akşamın sekiz buçuğunda çekiyorlar arabayı bir pavyonun önüne, üç kişi giriyorlar pavyona. Giriyorlar ama bütün sandalyeler ters dönmüş, masaların üstünde! Yani?!.. Yanisi şu: Akşamın 8.30'unda pavyonun çalıştığı nerede görülmüş? Ama bunları gören bir pavyon elemanı hemen bunlara doğru seğirtip, bin türlü temennahla alelacele bir masa düzleyip, bunları buyur ediyor. Albay Mustafa abim ise gayet sert bir şekilde: "Müzik yok mu burada müzik?!.." diye soruyor. Eleman uyanık: "Olmaz mı sayın abim, siz iki dakka oturun ben hemen hallederim" diyor! Biraz sonra, bizim "keklikleri" kaçırmamak için mevcuttaki müzisyenler apar topar sahne alıyorlar. Mustafa abim elemana diyor ki, "donatın lan şu masayı!" Masa anında donatılıyor tabii ki! Mustafa abim havasını bulmuş, çağırıyor parmağıyla garsonu: "Bu nasıl pavyon yaa... Hani avrat muvrat yok mu burda lan?" diyerek fırçasını kayıyor elemana... "Olmaz mı sayın abim, sen yeter ki emret!" cevabını alınca keyifle: "Hadi bakiim yolla şöyle iyisinden üç tane bize!.." diyor. Elemanın başüstüne demesi ile beraber de anında üç bayan geliyor. "Hadin dans edek!" diyor Mustafa abim ve iki "ekip" arkadaşı, üç "çift" olarak, başlıyorlar dans etmeye...
Buraya kadar iyi!..
Ta ki, dansa daha yeni başlamışlarken garson Mustafa abiye yanaşarak: "Abi, pardon!" diyene kadar!...
"Ne var?!.." diyor Mustafa abim. Garson ise: "Devam edecek misiniz abi?" diyor. Mustafa abim; "nasıl yani?!.." derken beraber, karılar anında bunların kollarından kurtulup ortadan kaybolurken, orkestra da müziği kesiveriyor... Garson: "Hesabınız bin beş lira oldu da, o yüzden soruyorum; devam edecek misiniz diye abi.." deyince, bizimkiler biraz duraladıktan sonra masaya dönüyorlar ve tabii ki, Mustafa abimi bir ateşdir basıyor! 1.005 TL, dile kolay! Hele hele, daha yeni yeni karizma yapmaya başlamışken, daha ilk adımda karizmayı çizdirmek ise olacak şey değil! Bir şeyler yapması lazım! Alnını ovuşturup, saçlarını eliyle geriye ittikten sonra: "Bana şefini çağır bakalım!" diyor. "Peki abi..." diyerek giden garsonun ardından "şef" anında geliyor ve buz gibi bir sesle: "Buyrun!" diyor. Mustafa abi de, hesap pusulasını şefe uzatarak: "Ya bu hesap nedir böyle, şu binini anladık da, şu beşi ne oluyor?!.." diyor, ciddi bir ses tonuyla...Şef garson, hesap pusulasına şöyle bir göz atıp, cebinden kalemini çıkarıyor ve "senin canın sağolsun abi!.." deyip 5 liranın üstünü çizip masaya bırakıyor ve gidiyor. Mustafa abi: "Hah şöyle olun işte!.." diyerek, masadaki arkadaşlarına dönüyor ve "Allah, Allah!..Şunlara bakın yav, bizi iyice keriz zannettiler herhalde..." deyip; sıkıntılı bir sesle: "Sizde ne kadar vardı lan?" diyerek ekip üyelerine; "eller cebe!.." mesajını vermiş oluyor. Nihayetinde, bin lirayı zar zor denkleştirip, Osmaniye'ye dönüyorlar. Böylece, Namık abisiz, hepi topu 15-20 dakika süren ve bin liraya mal olan "alem", akşamın saat 10'unda Osmaniye'ye dönüşle noktalanmış oluyor...
Hey gidi günler be...
1 Ocak 2011 Cumartesi
Şu binini anladık da...
Gönderen
Hikayeci: Vecihi Batmaz
zaman:
11:57
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Etiketler:
Osmaniye'den Hikayeler
0 yorum:
Yorum Gönder