10 Ocak 2012 Salı
"Erzinli Bekir"den Kurtuluş Savaşımıza dair bir Osmaniye hatırası...
Tarihimizi bilmek ve onu bilip anlamak, aslına bakarsanız hepimizin boynuna bir borçtur. Her gelen nesille beraber biraz daha ötelenen ve bu sebeple de giderek unutulan geçmişimizi doğru ve sağlıklı olarak yeni nesillere aktarmak işi, en azından neredeyken nerelere geldiğimizi anlamak ve eski hataları yeniden tekrar etmemek adına herhalde önemli bir iştir. Bunları söyledikten sonra, daha önce de "İstiklâl Harbinde Osmaniye" başlığı ile, tarihimize hem bir katkı ve hem de kimilerine belki bir ibret olur diyerek anlattığımız Osmaniye'nin kurtuluş savaşı esnasında yaşanmış kimi hadiselerine ilave olarak, bugün de küçük bir anıyı daha burada sizlerle paylaşmak istiyorum.
Kendisini bizzat tanıma şansı bulduğum "Erzinli Bekir" adı ile maruf merhum Bekir Özkan, Hacı Hüseyin Efendi'ye (Sezgin) duyduğu muhabbetten ötürü, onun en küçük oğlu olan Nihat Sezgin'in çarşıdaki mağazasına torunları ya da oğulları tarafından araba ile zaman zaman bırakılır ve merhum Nihat amca ile beraber derin sohbetlere dalarlardı. İşte aşağıda yazılanları da bu sohbetlerinden birinde anlatmıştı. Diyordu ki merhum:
"1917'de, Kanal harbinde İngiliz'e esir düştüydüm. Epey bir müddet süren esaret hayatından sonra bir gün bizi topladılar ve Osmanlının yenildiğini, ordumuzun da lağvedildiğini beyan edip, bizi serbest bırakacaklarını söylediler. Daha sonra da, dedikleri gibi yaptılar ve bizi trenlere bindirip hepimizi memleketlerimize yolladılar. (1918 sonları olmalı.../ V.B)
Trenden indim, koşa koşa, doğruca eve geldim. Çünkü hayatta bir anam vardı, başka da kimsem yokdu, o da şükür olsun, gördüm ki eyiydi. Ardından, hemen kalktım, babamdan kalan Martin'i yokladım, baktım o da yerinde duruyordu. Derken, kalkıp bir de çarşıya varayım dedim. Daha Çınarlı Kahve'nin oraya kadar anca gelmiştim ki, bir de baktım, pırıl pırıl Fransız üniformaları geymiş Ermeni candarmaları yolun orta yerine dinelmişler, içlerinden biri; elindeki kırbacı bacağındaki çizmeye vura vura çarşıdakilere ana avrat sövüyor, fakat kimse de kafasını yerden kaldıramıyor!.. Ordan daha öteye gitmeden hemen gerisin geri eve geri döndüm. Ne edeceğimizi bilemiyor idik. Çünkü başımızda artık ne padişah var, ne ordu, ne kaymakam, ne polis, ne hükümet, ne de devlet!..Eve döndüğüm gibi, yatağa girip yorganı başıma çektim. Peki şimdi biz ne olacaktık?!.. Nereye sığınacaktık?!.. Bu sıkıntı ile düşünür düşünür durur iken, bir vakit sonra bir de duyduk ki, "Sarı Paşa" derler bir paşa varımış, daha yenice Samsun'a çıkmış, memleketi gurtarmaya...dediler. Bunu duyunca milletçek içimize öyle bir ferahlık, yüreğimize de öyle bir gayret geldi ki, sorma!.. İşte, ben bu sebepten bu adama kötü demeye Allah'tan korkarım oğlum!.."
Aslında, sizin de anlayacağınız üzere bu anısını, 1979-1980 lerde iyiden iyiye kendisini hissettirmeye başlayan Atatürk düşmanlığından lâf açılınca anlatmıştı.
Bu vesile ile şu bilgileri de vermiş olalım ki, işgalcilerin başı olan Fransız Governörü (Valisi), ilk iş olarak, Fransızlar adına bölgede asayişi sağlamak üzere Ermeni delikanlılarından jandarma bölükleri teşkil etmeye başlıyor. Hacı Hüseyin Efendi de, bu durumun yaratacağı sakıncaların idrakinde olan bir adam olduğundan derhal Governöre müracaat ederek her Ermeni jandarmasının yanında bir tane de Türk jandarması alınmasını istiyor. Aksi bir durumun halkta mukavemet duygularının artmasına yol açabileceğini gerekçe göstererek Governör'ün aklını çeliyor. Epey bir müzakereden sonra Hacı Hüseyin Efendinin bu teklif ve talebi Governörün kafasına yatıyor ve Türk delikanlılarından da jandarma yazılmaya başlanıyor. Halk içinde bu durum kimilerince ilk başta yanlış anlaşılsa da, her Ermeni jandarmanın yanında bir de Türk jandarma olmasının, Ermenilerin halka eziyet etme heveslerini önemli ölçüde kırdığı görülüyor ve Hacı Hüseyin Efendinin ileri görüşlülüğü de böylece ortaya çıkmış oluyor.
Bu küçük anıyı da böylece naklettikten sonra, bir sonraki hikayemizde kısmet olursa, Mustafa Kemal'in "Saim Bey" takma adı ile sivil vaziyette bu taraflara gönderdiği o kahraman ve gözü kara subayının Osmaniye'deki hatıralarını ve şehadetini analım.
Hadi bugünlük kalın sağlıcakla...
.
Gönderen
Hikayeci: Vecihi Batmaz
zaman:
11:15
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Etiketler:
Osmaniye tarihinden...
0 yorum:
Yorum Gönder