8 Ocak 2012 Pazar
Allah gerek etmesin amma aklınızda da bulunsun...
Misafirperverlikte mutlaka ki, Türk milletinin üzerine yoktur. Bu güzel geleneğimizi, eskisi kadar olmasa da, bugün de sürdürüyor olmamız elbette memnuniyet verici bir durum. Lâkin, her işin olduğu gibi, bu "misafirliğin" de bir usulü, bir erkanı, bir adabı olmalıdır. Mesela, çok olağanüstü bir durum olmadıkça, öyle "selamünaleyküm" deyip, çat-kapı adamın kapısına dayanmak olmaz!.. Gündüzden çocukla haber salınır; "akşama müsaitseniz anamgil size oturmiye gelecekler" denir, "buyursunlar gelsinler" cevabı alınırsa da, kalkılır "akşam oturması"na gidilir.
Neyse, buraya kadar bir meselemiz olmayacağınızı biliyorum, bunlar zaten hep hepimizin bildiği işler... Bizim bugün asıl üzerinde durmak istediğimiz husus, bu "akşam oturmalarında" ölçüyü kaçırmamak üzerinedir. Buna güzel bir örnek teşkil etmesi bakımından, Pozantı/Kamışlı'nın değerli evladı Ferhat Şen ağabeyimizin anlattığı bir hadiseyi size burada hikaye etmeye gayret edelim ve meseleyi daha bir anlaşılır kılmaya çalışalım:
Efendim, demeye gerek yok, her şeyin bir haddi, hududu olduğu gibi, misafirliğin de bir ölçüsü, bir hududu vardır. Yani, misafirlik demek de adamın evine postu sermek, dilediği kadar yeyip içip oturup, dilediği zaman da kalkıp gitmek demek değildir. Ev sahibinin halini ve durumunu da gözetmek gerekir. Adam, evinin rızkı için gece gündüz dağlarda odun edecek, haftada bir evine gelecek, siz de bu adamın; o haftada bir gününü misafirliğinizle işgal edeceksiniz. Hadi ettiniz, sabah erkenden hamamını yapıp tekrardan dağa dönecek olan adamı, gecenin geç vaktine kadar tutmaya niyetlenmişseniz, o da haliyle buna karşı bir tedbir düşünecektir. Tıpkı aşağıda olduğu gibi:
Adamcağız misafirini kabul etmiş, halini hatırını sormuş, gücü yettiğince ikramını da yapmış, lâkin artık uykusuzluktan gözleri kaymaya başlamış, misafirleri ise "aladağdan serin"!.. Adamın sabah ezanında eşeğine binip dağa oduna gideceğine dahi aldırmadan habire lâf verip oturmaktalar!..
Adamcağız da bakıyor ki, oluş oluş değil, birden karnını tutarak:
-"Oy garnım oy!.. Gel de şu garnımı bir öfele (ovala) hele avrat!.."
deyip, atıyor mu kendini halının üstüne!..
Kadıncağız ise şaşkın!.. Hemen yanına eğilip başlıyor kocasının karnını ovmaya!.. Adamcağız bu arada da yattığı yerden göz ucuyla misafirlerine bakıyor. Bakıyor amma gördüğü şu ki, bunlarda ne bir telaş, ne de bir kalkıp gitme emaresi var!.. "Madem öyle!.." diyor içinden ve ardından da bağıra bağıra:
-"Oh, oh, oh!.. Eline sağlık avrat, ne hoş öfeliyon öyle kele!.. Hadi birez de sen yat da, ben de seni öfeliyem!.."
deyip, hanımı "öfelemek" için hamle ediyor!..
Eh, bu da artık öyle anlamazlıktan gelinecek bir durum değil!.. Yaptıkları hatanın bu şekilde yüzlerine vurulmasından mahçup olan misafirler nihayet müsaade isteyip, "vakıt da epeyi geçik, biz de artık gedek" demek durumunda kalıyorlar.
* * *
Fena bir yöntem değil, Allah gerek etmesin amma aklımızın bir kenarında bulunsun, diyelim!..
.
Gönderen
Hikayeci: Vecihi Batmaz
zaman:
02:36
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Etiketler:
Ferhat Şen Hikayeleri
0 yorum:
Yorum Gönder