Efendim, öteden beri çiftçilerin vaziyeti malûmdur. Çiftçilik, adamı ne uzatır, ne de kısaltır. Hani derler ya; çiftçi ölünce karnını yarmışlar da karnından bir sürü "bu yılcık" çıkmış!..Yani hep; "Bu yıl da mahsulden bir şey anlamadık, seneye inşallah!.." ümidi ile yaşamış durmuş manasına... Neyse, şu an maksadımız çiftçinin yarasını deşmek değil de, buradan hareketle, aklımıza gelen eski bir hikayeyi nakletmek olduğundan, konuyu burada kesip hikayemize geçelim:
O zamanların (1950-60) Osmaniye'sinin ünlü şanlı çiftçilerinden Nihat Sezgin ve "Kara Rıfkı" lakabı ile maruf Rıfkı Başlamışlı, kış ortasında parasız kalınca, aynı durumda olan her çiftçinin ilk aklına gelen çareye başvuruyor ve "buğdaylık* para almak" için, o zamanın büyük tüccar-çiftçilerinden Mustafa Gürbüz'ün yazıhanesinin yolunu tutuyorlar. Ama tabii ki birbirlerinden tamamen habersiz bir şekilde, ta ki her ikisi de aynı anda Mustafa Gürbüz'ün kapısında karşılaşıncaya kadar!.. Böylece yazıhaneye birlikte giriyorlar. Oraya niye geldikleri, her ikisinin de malûmu!.. Fakat bu arada Mustafa Gürbüz'ün başı kalabalık ve ortada hararetli bir tartışma var. Duruma bakılırsa, aynı zamanda çiftçi olan Mustafa Gürbüz ve "ortakçılık" yaptığı üç köylünün "ortaklık" şartları üzerinde ihtilâfa (anlaşmazlığa) düştükleri anlaşılıyor! İşte Nihat Sezgin ve "Kara Rıfkı", böylece kendilerini bir anda böyle bir tartışmanın içinde bulmuş oluyorlar!.. Bunların içeri girdiğini gören köylülerden biri derhal atılıyor:
-"Aha, işte bu ağalar da bilir bu işleri Mustafa Ağa! İstersen bir de onlara sorak!.." demez mi!..
Bunun üzerine, Nihat Sezgin duruma derhal el koyarak:
-"Yook hemşerim!.. Mustafa Ağa bu işleri hepimizden çok daha iyi bilir! O ne diyorsa hepsi doğrudur!.."
Nihat Sezgin'in bu çıkışı ile onlardan "arabuluculuk" bekleyen köylülerin umudu bir anda bitiveriyor ve böylece Mustafa Gürbüz de şartlarını bunlara kabul ettirmiş oluyor!.. Köylüler kalkıp gittikten sonra, morali düzelmiş ve keyfi yerine gelmiş olan Mustafa Gürbüz'ü de para vermeye ikna etmek böylece daha kolaylaşmış oluyor!..
Buraya kadar olan biteni bütün ciddiyeti ile takip eden "Kara Rıfkı" da ihtiyacı olan parayı alıp cebine koyduktan sonra Nihat Sezgin'le beraber dışarı çıkarken onun koluna girip:
-"Yahu Sezgin, yahu Sezgin, ne güzel bir iş ettin öyle!.. Bizi "velinimetimizle" az daha karşı karşıya getiriyorlardı p.z.v.nkler!.. Allah'tan sen çabuk uyandın da bizi kurtardın!.. Bunu kutlamamız lazım, haydi hiç itiraz etme seninle Karadeniz Lokantasına gidiyoruz!..."
Öyle ya, ikisi de parasızlıktan kıvranır bir vaziyette "velinimetlerinin"(!) huzuruna çıkmış iken bir de velinimetleri aleyhine "şahitlik" mi yapacaklardı yani!!..
Ve birlikte yemeğe gidiyorlar... Kara Rıfkı, "meselenin vahametini"(!) müdrik(idrak etmiş) olarak ve "büyük bir tehlikenin"(!) kıyısından dönmüş olmanın verdiği rahatlık/kızgınlık arası bir ses tonuyla, yemek boyunca durup durup:
-"Bizi "velinimetimizle" az daha karşı karşıya getiriyorlardı p.z.v.nkler!."
diyor ve ardından elini kadehine uzatarak:
"Vur hele Sezgin vur!.." deyip kadehi kafasına dikiyor!..
* * *
*("buğdaylık para"): Bu da bir nevi "alivre" alımdır, yani çiftçi Haziran'da çıkacak buğdayının bir kısmını daha erken bir zamanda anlaşılan bir fiyat üzerinden tüccara satıp parasını alır. Buğday çıktığında ise kaç ton buğday verme taahhüdünde bulunmuş ise o kadar buğdayı tüccara teslim eder, ya da "o kadar ton buğday" o an kaç para ediyor ise o kadar tutarı tüccara öder ve senedini alır, işte buna da "buğdaylık para" almak denir.
6 Ağustos 2011 Cumartesi
Bizi "velinimetimizle" az daha karşı karşıya getiriyorlardı p.z.v.nkler!..
Gönderen
Hikayeci: Vecihi Batmaz
zaman:
04:06
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Etiketler:
Kara Rıfkı
3 yorum:
PARAYLA SATILMAK! 3000 DÖNÜM ARAZİ EKEN RIFKI AĞA DAN YANAŞMA GİBİ BAHSEDERKEN HİÇ UTANMIYOR MUSUNUZ?
xxxxx
ANLAŞILAN O Kİ, YAZININ BAŞINA; "ESPRİ ANLAYIŞI RECEP İVEDİK DÜZEYİNDE OLANLAR OKUMASIN" İBARESİ KOYSAM İYİ OLACAK... :(
Yorum Gönder