Bugün de sizlere, "kıssadan hisse" mahiyetinde olmak üzere, küçük bir hikaye anlatmak istiyorum. Olur ya, belli mi olur, bakarsınız belki bir gün bir yerlerde lazım oluverir!..
Hadi öyleyse başlayalım:
Kasabanın birinde, 14-15 yaşlarındaki oğlu ile birlikte yaşayan dul bir kadıncağız, okumakta gözü olmadığı için okula gitmekten vazgeçmiş, şurada burada gezinip gün geçiren oğlu için, bir meslek sahibi olsun maksadı ile kasabanın demirci ustasının yanına gidiyor ve oğlunu çırak alıp yetiştirmesini ondan rica ediyor. Demirci de, kadının bu ricasını kırmayıp; "o halde yarın yolla oğlunu benim yanıma bacım.." diyor. Kadıncağız, oğlunun bir meslek sahibi olacağı sevinci ile demirciye bin bir teşekkürü birden edip, dönüp evine geliyor. Akşam evine gelen oğlunu da ikna edip, sabah erkenden onu demircinin dükkanına yolluyor. Oğlan akşama kadar ustasının yanında vakit geçiriyor ve dükkân kapanınca da evine dönüp, erkenden kafayı vurup yatıyor. Sabah olunca, kadıncağız oğlunu geç kalmadan işine göndermek için kalkıyor. Ancak anlıyor ki, oğlanın işe gitmeye hiç de niyeti yok!.. "Aman oğlum, yaman oğlum" dese de, oğlan hiç oralı değil! Ve üstelik de kendinden gayet emin bir şekilde:
-"Ana, ben bu demircilik işini öğrendim, artık gitmeme lüzum yok ki!.."
diyor ve yorganı başına çekiyor. Anacağızı ise şaşkın:
-"Aman oğlum, insan bir günde nasıl öğrenir demirciliği ki?!.."
deyince, oğlan yattığı yerden doğrulup, öğrendiklerini başlıyor anasına anlatmaya:
-"Amaan ana, sorduğun şeye bak! Demircilik dediğin ne ki, sabahtan körüğü yakıyorsun. Ateş hazır olunca, demiri ateşe sokuyorsun. Körüğü çekip çekip, demiri iyice kızdırıyorsun. Demir iyice kızınca da örsün üstüne koyup, bir vurup böyle çeviriyorsun, bir vurup şöyle çeviriyorsun, işte hepsi bu! Bunda bellenmeyecek ne var, bre gözel anam!.."
Bu izahat üzerine kadıncağızın kafası bayağı bir karışıyor. Öyle ya, çocuk demirciliğin ne olduğunu işte bir bir sayıyor! İşi belleyememiş biri, nasıl böyle bir bir sayabilir neyin nasıl yapıldığını?!..
Durum bu merkezde olunca, kadın; "bu kadar zeki olduğunu nasıl oldu da şimdiye kadar fark edemedim" der gibi, yarı şaşkın, yarı hayran gözlerle oğluna bakıp:
-"Peki öyleyse oğlum, sen bilirsin..." diyerek, oğlunun yanından usulca kalkıyor.
* * *
Aradan üç beş gün geçiyor. Demirci bekliyor ki, çırağı gelsin, ancak tabiatı ile; ne gelen var, ne giden!..
Derken, bir gün bir bakıyor ki, "çırağının" anası karşıdan geliyor. Kadını yolda derhal durduran demirci, merakla soruyor:
-"Hayırdır bacım, senin oğlan bir gün geldi, sonra bir daha uğramadı, ne iştir bu?!.."
Kadıncağız, durumdan ilk başta biraz mahcubiyet duyuyor olsa da, "zeki"(!) oğlunun kendisine söyledikleri aklına gelince, çok da alttan almayarak:
-"Vallaha gardaş, aynı senin bana sorduğun gibi ben de kendisine sordum. Lakin, benim oğlan senin bu işi bellemiş, bir daha gitmeme lüzum yoktur diyor..." deyince, demircinin gözleri hayretten faltaşı gibi açılıyor ve:
-"Nasıl bellenirmiş ki bir iş bir günde böyle, bre bacım?!.." demekten kendini alamıyor...
Kadıncağız, bunun üzerine, oğlunun kendine söylediklerini; "körük şöyle yakılıyormuş, demir şöyle kızdırılıp, böyle çekiçleniyormuş..." diyerek, demirciye bir bir saymaya başlayınca, demirci dayanamıyor:
-"Vay ananı arvadını senin çocuk, Hay senin ananı arvadını!.. Kendi bellemekle kalmamış, bir de anasına bellettmiş!!.. Hay senin...Hay senin..." diye söve söve, elini kolunu başını öfkeden sağa sola sallaya sallaya, sorduğuna soracağına bin pişman vaziyette, yürüyüp gidiyor...
* * *
Yeni bir hikayede görüşebilmek dileği ile, hayırlı Ramazanlar olsun diyelim....
.
2 Ağustos 2011 Salı
"Demircilik dediğin ne ki..."
Gönderen
Hikayeci: Vecihi Batmaz
zaman:
14:54
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Etiketler:
Kıssadan Hisseler
0 yorum:
Yorum Gönder