Olay, o kadar hoşa gitmiş olacak ki, bir çok kişi failinin kendisi olduğu konusunda çok ısrarcı olup, hikayeyi, kendini merkeze koyarak anlatmaya kalkmış ve kendisine bir pay çıkarmaya çalışmış ise de, olayın tamamına vakıf olamadığı için dinleyenler kısa sürede anlattıklarının atmasyondan ibaret olduğunu anlamakta gecikmemişlerdir.
Efendim, meseleyi ilk kaynaktan nakletmenin verdiği eminlik içinde anlatacak olursak, işin aslı şu:
Zaman, 1945'i 1946'ya bağlayan kış mevsimi. O yıllar, memlekette tek parti iktidarının hüküm sürdüğü zamanlar. Osmaniye'de kaymakamlık yapmakta olan (ismi bizde saklı olan) şahıs hakkında ise halktan çok şikayet var.
Şöyle ki: Bu zat, o tarihlerde bekâr ve de içmeye gündüzden başlayanlardan. Çarşıya pazara çıkarken de genellikle "kafası iyi vaziyette" olduğundan, etrafta rast geldiği kadına kıza sarkmakta pek bir beis görmüyor. Tabii, bu rahatlığında, oradaki en büyük mülkî amir olmasının payı da elbette ki büyük!..
İşte onun bu pervasızlığı, giderek ahaliyi rahatsız etmeye başlıyor! Öyle ya, nasıl etmesin? "Bugün senin karına kızına, yarın benim karıma kızıma" misali...
Kaymakamın bu vaziyetine tahammül edemeyenlerden biri de (halk arasında adı deliye çıkmış olan) eşraftan Rıza Sezgin.
Konu ile ilgili rahatsızlık had safhaya çıkınca, Rıza Bey, bu kaymakamı Osmaniye'den göndermeyi kafasına koyuyor ve o sırada çiftliklerinde çalışmakta olan (aslen Elazığlı olduğunu zannettiğim) Sefer adlı yaman bir genci yanına alarak bir plan yapmaya koyuluyor. O zamanlar kaymakamlık lojmanı, Çınarlı Kahve'den Karaçay istikametine giden yoldaki ilk kavşak üzerinde.
Fakat Rıza Bey, bu plandan önce şöyle bir hazırlık yapıyor:
Kayınpederi, eski belediye başkanlarından Ferit Aslankurt ile bir müşavere yapıp,"böyle bir hadise olsa, tepkileri ne olurdu" diye ondan, onun çok yakın ahbapları olan Savcı Selahaddin Bey ve Emniyet Amiri İsmail Hakkı Bey'in ağızlarını aramasını istiyor. Ferit Bey, çok geçmeden beklenen haberi getiriyor: "Tamamdır, harekete geçebilirsin!.."
İşin nasılı da şöyle ki; Ferit Bey, Savcı Bey ve Emniyet Amiri ile bir mesai sonrası sohbet ediyorlarken, lâfı Kaymakam'a ve onun yaramaz işlerine getiriyor ve epey bir şikayetlendikten sonra, araya da "Ah şunun ağzına iki tokat çeken olsa!.." cümlesini sıkıştırıveriyor! Onun bu son sözü üzerine Savcı Bey "Ah Ferit Bey, nerede o günler!.." deyince da zaten beklenen mesaj alınmış oluyor. Savcı Bey'in bu sözünü Amir Bey de kafa sallayarak onaylayınca, olabilecek sair pürüzler de tamamen ortadan kalkmış oluyor! İşte, Ferit Bey'in "iş tamamdır!.." demesi, bu gözleme dayanıyor.
Şimdi dönelim Rıza Bey'in planına:
Rıza Bey, yanına aldığı Sefer'le mesai çıkışı Kaymakam'ı takip ediyor ama Sefer'le yan yana gelmemeye de dikkat ediyor. Bu takibatta, Sefer'e Kaymakamı nerede darp edeceğini ve hangi yollardan kaçarak, nereye gideceğini ayrıntılı bir şekilde anlatıyor. Hesaba göre Sefer, Kaymakamı şimdiki eski Maliye binasının önünde darp edecek, akabinde o binanın hemen yanında bulunan Mahserecilerin sokağına sapacak, oradan da şimdiki askeriyenin bulunduğu yerde, daha önce ayarlanmış bir eve kapağı atacak! Oradan da gece şehir dışına çıkarılacak.
Neyse, uzatmayalım, üç günlük tatbikattan sonra harekete geçiliyor. Sefer, tam da kararlaştırılan yer ve zamanda Kaymakama okkalı bir kaç tokat vurup, Mahserecilerin sokağına doğru koşuyor. Fakat hesapta hiç olmayan bir şey; mahallenin zibidi takımından üç-beş çocuk, "Kaymakamı dövdüler, !..Kaymakamı dövdüler" diye ortalığı velveleye vererek Sefer'in peşine düşmüyorlar mı!.. Bunlardan kurtulamayacağını anlayan Sefer, cihet-i askeriyeye doğru kaçmak yerine, ani bir kararla, sokağın sonundan sola dönüp, Hatipoğullarının evleri arasından (şimdiki Halk Bankasına çıkan sokak) kaçarak kendini Hacı Hüseyin Efendi'nin konağının arka bahçesine, yani Rıza Beylerin evine kendini atıyor!
Durumu yakından takip etmekte olan Rıza Bey, bu hesapta olmayan iş üzerine Sefer'i derhal ağabeyi Lütfi Bey'in aynı bahçede bulunan yer kat evine saklıyor! Evde ise o zamanlar kapalı vaziyette, zira Lütfi Bey, II. Dünya Savaşı sebebi ile ikinci askerliğini yapmak üzere Hassa'da bulunuyor ve orada Askerlik Şube Başkanı olarak görev yapıyor.
Neyse, çok geçmeden yüzü gözü sarılı Kaymakam, beraberinde Emniyet Amiri ve yanlarında epeyce kalabalık bir polis grubu ile Hacı Hüseyin Efendi Konağı'nın avlu kapısına gelip dayanıyorlar! Rıza Bey, kapıyı açmıyor ve "arama izni getirin, kapıyı ancak öyle açarım!.." diyor. (Bu arada Rıza Bey'in küçük kardeşi Nihat Sezgin de dışarıda kalmış; polislerden birinin "yahu ne bunu dinliyorsunuz, kıralım kapıyı, girelim içeri!.." dediğini ve diğer bir polisin ise buna "ulan kendine gel, adam Kaymakamı döğdürmüş, hadise büyük, aklının ermediği işlere karışma sen!.." dediğini duyuyor).
Rıza Bey'in bu talebi çok geçmeden yerine getiriliyor, Savcı Bey, arama iznini bizzat getiriyor. Avludan içeri giriliyor, konak, at ahırları vb. her yer didik didik aranıyor ama Sefer bulunamıyor! Bunun üzerine Kaymakamın gözü, tahta kapısına tosbağa kilit vurulmuş yer kat eve takılıyor. "Burası ne?..Derhal burası da aransın!.." diyor. Rıza Bey de: "Burası da Hassa'da ikinci askerliğini yapan ağabeyim Lütfi Sezgin'in evi, isterseniz kilidini kırayım da burayı da aratın Savcı bey?.." diyor. Kaymakam hırsla, "kır, arayacağız!.." dese de, iş Savcı Bey'de bittiğinden, o da: "Yok canım, Asker adamın kapısı mı kırılır, olmaz öyle şey!.." diyerek, konuyu kestirip atıyor!
Neticede, bahçeye girdiği görülen ama aranıp da bulunamayan Sefer, gece yarısından sonra evden çıkarılarak askeriye istikametindeki o eve götürülüyor. Bu götürülmeden meğerse polisin de haberi varmış ama Kaymakamın sevilmeyen bir kişi olmasından dolayı hepsi de görmezden gelmiş! Bunun böyle olduğunu, o zamanlar Emniyette bekçi olarak görev yapan ama daha sonra o görevini bırakıp Rıza Beylerin yanında çalışmaya başlayan bizim meşhur Drejo anlatıyor.
Drejo diyor ki:
-"Hava ayaz, ay bedirdi(dolunay), bizler, aldığımız talimat gereği bahçenize gizlice girdik ve turunçların altındaki koyu gölgelere siperlendik. Siz çocuğu şöyle çıkardınız, şurdan geçtiniz, burdan çıktınız ama hepimiz sanki sözleşmişçesine hiç sesimizi çıkarmadık. Sonra da gidip "hiç bir şey görmedik" diye rapor verdik!.."
Bunu da böylece buraya not ettikten sonra, bakalım sonrasında neler olmuş:
Öfkesi dinmeyen Kaymakamın ısrarlı girişimleri sonucunda Emniyet Amirliği Rıza ve Nihat Sezgin kardeşleri karakolda göz altına alıyor. Kaymakam ve Savcı Bey de orada hazır bulunuyor. Sorgu sırasında Kaymakam ısrarla "Rıza Sezgin bu işi yaptırmadığına yemin etsin!.." deyip duruyor. Bu ısrarlı talep karşısında Savcı da Rıza Bey'e dönüp: "Bu işin içinde olmadığına yemin eder misin Rıza Bey?.." diye soruyor. Rıza Bey ise "Ben burada tanık olarak değil, sanık olarak bulunuyorum Savcı Bey. Siz de bilirsiniz ki, yemin sanığa değil, tanığa teklif edilir.." diyor.
Bu soğukkanlı cevap üzerine iyice zıvanadan çıkan Kaymakam, "hayır, kanunu getirin, gözümle göreceğim!.." diyor. Bunun üzerine, o dönem Çınarlı Kahve'nin hemen yanıbaşında, şimdiki Aşlamacı ailesinin evlerinin olduğu yerde bulunan Adliye binasına bir adam gönderilip "kanun kitabı" getirtiliyor. Bakıyorlar ki, orada da Rıza Bey'in dediği şekilde yazıyor. Kaymakam öfke ile çekip gidiyor!.. Fakat ifadelerinin alınmasına ve elde tek delil bile olmamasına rağmen Rıza Bey ve küçük kardeşi karakolda alıkonulmaya devam ediliyor.
Ertesi sabah, Rıza Bey karakol amirine diyor ki, "bize soracağınız başka bir şey kalmadı ise biz gidiyoruz Amir Bey!.."
İki arada, bir derede kalan Amir bey ise "Yahu nereye gidiyorsunuz, olur mu böyle Rıza Bey!.." dese de, Rıza Bey'in talebinde haklı olduğunu biliyor. Tam da bu "giderdin-gidemezdin" çekişmeleri sürerken, içeri bir komiser giriyor ve "istediğiniz bu idi ise hadi gözünüz aydın!.." diyerek elindeki gazeteyi sehpanın üzerine atıyor! Gazetenin manşeti şöyle:
-"OSMANİYE KAYMAKAMI İ. E. KARS/SARIKAMIŞ'A TAYİN EDİLMİŞTİR"
NOKTA!...
--------
NOT: Bu Sefer adlı kişi ile 1981 ya 82 başında Ankara/Kızılay'da karşılaştım. Kerli ferli, foterli, paltolu bir adam olmuş! "İhale işleri" ile ilgileniyormuş. Kızılay'da bürosu varmış. Fakat, görüşmemiz üzerinden bir, bir buçuk ay geçmedi ki, gazetelerde vurulduğu haberini gördüm. Allah taksiratını affetsin, Allah rahmet eylesin...
Savcı Selahattin bey, Emn. amiri İsmail Hakkı bey, kaymakam İlhan Engin
0 yorum:
Yorum Gönder