2 Aralık 2011 Cuma

"Meğer gâvurun da fukarası olurumuş gardaş..."


Farkındayım, ha şu, ha bu derken mevzu giderek dallanıp budaklanmaya başladı ve çoktan anlatmamız gereken hikayeler öylece beklemede kaldı. Bugün, bu fırsatta onlardan birini daha nakledelim. Bugünkü hikayemiz, daha önce de bir hikayesini naklettiğimiz Reşit Ali Dayı'ya dair bir hikaye... Başlayalım anlatmaya:

Sene 1960'lar... Reşit Ali, malûm her zamanki gibi maddi sıkıntı içerisinde. Her işi yapmaya müsait bir adam olmadığı ise aşikâr.  Bunun böyle olduğunu kendisi de etrafı da bilir. Bu bakımdan ona uyacak bir iş bulmak da kolay değildir. Fakat bu arada güzel bir gelişme olur, Osmaniye'nin zengin çiftçilerinden Yüceller, Adana'ya bir "çırçır fabrikası" kurarlar ve Reşit Ali'yi de fabrika kapısına bekçi dursun diye işe alırlar. Böylece Reşit Ali dayımız iş durumu dolayısı ile Adana'ya yolcu olur.

O zamanlar Adana, Türkiye'nin en hızlı gelişen şehirlerinden birisi; Çukurova'nın parlayan yıldızı. Bereketli topraklarını  "beyaz altın" diye tabir edilen pamuk ziraatine açmış ve giderek zenginleşen bir şehir. Tabi, fukarası da gene aynı fukara. Bir fark varsa, o da "günlük nafaka" çıkaracak iş bulma imkânı biraz daha artmış, o kadar! Zaten Reşit Ali dayının kapağı Adana'ya atabilmiş olması da bu durumun bir neticesi. Ne ise, hülâseten Reşit Ali, daha büyük, daha zengin bir şehirde, fabrika kapısında bekçilik yaparak, fabrikada yatıp kalkıp, orada yeyip içerek günlerini geçiriyor. Fakat diğer taraftan; canına çoktan tak etmiş şu garibanlığın üstesinden "mümkün olan en kısa yoldan" gelmek gerektiğine dair kafa yormaktan geri de durmuyor. Ve bu minval üzerine günler gelip geçerken, o günlerde vuku bulan bir hadise, Reşit Ali dayının kafasında beklenen şimşeği nihayet çaktırıyor!


Efendim, malûm ki, o günlerde Amerikalılar İncirliğe bir hava üssü kurmuşlar. Adana, böylece artık "gâvur"la da tanışmış. Bir çoğu, yeni yapılan apartımanlarda ev kiralamış, her gün o devasa amerikan arabaları ile İncirlik üssüne gidip gelmekteler. İşte, bu Amerikalılardan biri de, bu gidiş-gelişler esnasında arabası ile bir çocuğa çarpıp yaralıyor. Mahkeme de bu Amerikalıyı yüklü bir tazminata mahkûm ediyor. Tabi bu hadise de, sadece o zamanki gazetelere manşet olmakla kalmıyor, Reşit Ali dayımıza gerekli olan "ilhamı" da sağlamış oluyor. Zira, çalıştığı fabrika hemen İncirlik üssünün yolu üzerinde ve bu sebepten de fabrikanın kapısının önünden her gün bir çok Amerikalının arabası gelip geçmekte. Reşit Ali düşünüyor ki, bu arabalardan birinin önüne kendini atsa, çok çok kolu bacağı kırılır amma hayatı da kurtulur!.. İş ki, kendini tertipli bir şekilde arabanın önüne atabilsin!..

Bu fikir kafasına yatalı beri, fabrikanın önüne dikilip gelen geçen arabaları dikkatlice gözetlemeye başlayan Reşit Ali, nihayet bir gün; içinden "elveda fukaralık!", dışından da "ya Allah!" deyip geçmekte olan bir Amerikalının arabasının önüne kendisini atıyor!.. Bir acı fren sesi ve arkasından kopan bir gümbürtü ile Reşit Ali'nin havalanan çelimsiz bedeni, önce arabanın arka bagajına, oradan da asfalta kayıp düşüyor. Tabi, derhal bir koşuşturma, ambulans, trafik polisi vb. olay mahalline yetişiyor. Ali dayı alelacele hastahaneye kaldırılırken, Amerikalı bir zenci başçavuş olduğu anlaşılan arabanın şoförü de ifadeye alınıyor. Bir kolu ve bir bacağı kırılmış, şurasında burasında da ufak tefek ezikler ve sıyrıklar olduğu halde hastahaneye kaldırılan Ali dayı ise neticeden haliyle memnun. Hastahaneden bir an önce çıkıp,"davacı olduğu" Amerikalıdan alacağı tazminatın hayali ile yanıp tutuşuyor.

Ve nihayetinde mahkemeye verdiği Amerikalı ile davalarının görüleceği gün gelip çatıyor. Görülen davada, Amerikalı suçlu bulunmakla birlikte, tazminat meselesi için Amerikalının gelir durumunun resmi bir yazı ile sorulması gerekiyor ve ikinci mahkeme için ileri bir  tarihe gün veriliyor. Ali dayı ise umutlu. En azından artık şunun bunun masasına rakı diye yutkunarak bakmayacak, cıgara ikram edilmesini beklemeyecek, kafasına göre yiyebilecek, kafasına göre içebilecek!.. Ali dayının ümitle beklediği o "yazı" nihayet mahkemeye geliyor, geliyor amma velâkin fukara şansı bu!. Meğer Amerikalının mali durumu Ali dayıdan bile berbat durumda değil miymiş!.. Adam gırtlağına kadar borca batmış bir durumda!.. Bilmem kaç sefer evlenip boşanmış, bir dolu çocuğu olmuş, bunlara nafaka vermekten adamın iflahı zaten kesilmiş durumda! Üstelik bir dolu yere borçlanmış, maaşında da haciz var ve yakın bir zamanda kalkması ümidi de yok! Ne araba kendisinin, ne evi, ne de barkı var!.. Ali dayı şimdi neye yansın?!.. Bir taraftan şansına söverken, bir taraftan da etrafına dert yanıyor:

"Ne bileyim ben bre gardaşım, mağer gâvurun da fukarası olurumuş!.. Bilsem ona göre atarıdım gendimi, lâkin bilemedik vallaha!.."





0 yorum:

Yorum Gönder