24 Kasım 2011 Perşembe
İnek bile...
Efendim, bugün bahsedeceğim abimizin son durumundan şu an itibarı ile doğrusu bir haberim yok ama dileyelim ki, inşallah sağlık ve sıhhatte olsun kendileri... Bahsettiğim abimiz, bir dönem bilhassa Osmaniye gençlerinin çok iyi tanıdığı Şükrü hocamızdır (Arıkan).
Bu Şükrü hocamız, din konusunda kendisini yetiştirmiş bir öğretmenimizdir, Osmaniye İHL Lisesinde müdürlük yapmıştır ve ayrıca "hocalık" vasfı taşıyan bir insan olarak da ehl-i Muhammed'in önüne düşüp, ne pahasına olursa olsun onu "ıslah etme" işine büyük bir azim ve kararlılıkla kendisini adamış "fedakâr" bir din adamımızdır.
Lakin, hepimizin malûmudur ki, insanoğlu kısım kısım yaratılmıştır. Kimi bilir konuşur, kimi bilmez konuşur, amma dinletir amma dinletemez, kimi de alim olur amma derdini kimseye anlatamaz. Bir de Şükrü hocamız gibi adamlar vardır ki, başları boş kaldığında "Allah korkusu"nu boşlamaya her daim meyyal olagelmiş Müslüman ekseriyatın bu hallerine vakıf olduklarından, ehli Müslümanın kafasına "Allah korkusu"nun bir daha çıkmamacasına yerleştirilmesi gerektiğini bilir de, anlattıkları bir kulaktan girip diğerinden çıkmasın diye, din hakkında bilinmesi gereken ne varsai muhatabın kafasına tokmaklaya tokmaklaya da olsa sokulması gerektiğini düşünürler. Bilirlerse bütün bunlar da zaten hep ehli İslamın kendi menfaati içindir!..
Hülâsa, Şükrü hocamız da bu "günahkâr" Müslümanları saptıkları yanlış yoldan çevirmeye azmetmiş ve bu uğurda "Allah rızası" için sağlık ve nefes tüketmekten yılmamış ve yorulmamış hocalarımızdan biridir.
Şimdi, bundan sonrasında daha fazla uzatmadan gelelim meramımızı anlatmaya ve ondan küçük bir anıyı burada nakletmeye...
Efendim, camiilerimizin en çok dolu olduğu zamanlar malûm Cuma günü ve bayram sabahlarıdır. Hele ki, cami cemaatine gerekli "ihtar"larda bulunmak için haftada bir vaki olan Cuma namazından daha münasip bir zaman daha ne ola ki?!..
Bunu ben bile durduğum yerde bilebildiğime göre, Şükrü hocamız haliyle haydi haydiye bilecek! Hatta derler ki, Hz. Ali'nin elinden Halifeliği hınzırlıkla kapan Muaviye ve taifesi de, radyo, televizyon, gazete, internet vb.nin olmadığı o zamanlarda kendi fikirlerini Müslüman milletine duyurmanın en iyi yolunun bu Cuma namazları olduğunu anlamış da, bunu duymayan kimse kalmasın deyi Müslümanın gözünün kirişini kırmak içün, üç sefer mazeretsiz Cuma'ya gelmeyenin cenaze namazı kılınmaz deyi fetva verdirmişlerdir!
Neyse, işte bu minval üzerine Şükrü hocam, 1960'lı yılların sonunda, Zorkun camiinde bir gün, böyle bir cuma vaazında yine cemaate (yine her neye ise) kızmış ve kükremekte:
-" Ulen, inek bile sabahınan evinden çıkar, akşama kadar dağda daşta gezer dolanır, yayılır. Ağşam (akşam) oldu mu idi yine döner dolanır gelir, gene evini bulur da, havlu (avlu) kapısını kellesi ilen itip:
-Mooöööh!.. Ben geldim, hani benim yemaam?!" der!.. Sizde işte bu inek kadar bile iz'an yok muhterem cemaat!.."
* * *
Şükrü hocayı o gün bu kadar kızdırıp hakiki bir inek gibi böğürten ve cemaate bütün bunları söylemeye onu mecbur eden vaziyet ne idi, onu bugün hatırlayamıyorum ama Şükrü hoca bu, bilmeden bir şey söyleyecek değil ya!...
Gönderen
Hikayeci: Vecihi Batmaz
zaman:
04:00
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Etiketler:
Osmaniye'den Hikayeler
0 yorum:
Yorum Gönder