29 Temmuz 2011 Cuma

İstanbul'dan artist mi getirteydim?!..

Farkındayım, güzel Şanlı Urfa'mızı epeydir ihmal ettim. Bugün anlatacağımız küçük bir hikaye, dilerim bu ihmalimizi biraz olsun telafi eder. Hikayemizin konusu, bir "kız isteme" esnasında iki taraf arasında geçen ilginç diyalogları içeriyor. Hadi, uzatmadan mevzuya girelim:

Efendim, damat adayımızın babası Urfa'nın sevilen sayılan iş adamlarından biri. Her şeyi yerli yerinde, bir tek kusuru varsa o da, çok "çirkin" bir adam olması. Bunun dışında, kimsenin kendisi hakkında diyebileceği kötü bir şey yok. Böyle bir adam yani... Damat adayı oğul da her yönü ile aynen babası gibi, ona da bulunabilecek tek kusur varsa, o da babası gibi "çirkin" bir adam. Bunun dışında ona da kimse bir şey diyemez.


Her genç gibi, kendi oğullarının da bir yuva kurma vakti geldiğini düşünen anne baba, epey bir araştırmadan sonra gözlerine kestirdikleri bir ailenin kızına talip oluyor ve niyetlerini kız tarafına ileterek nihayetinde "kızı istemek" üzere kız tarafını ziyaret ediyorlar. Neticede, usulü dairesinde "kız isteme" merasimi başarı ile tamamlanıyor. Ortada "olumsuz" bir gelişmenin olmaması da "oğlan tarafı"nı ziyadesi ile memnun ediyor ve "kız tarafı"nın "düşünme payı" isteğini de makul karşılayarak, müsaade isteyip ziyareti tamamlıyorlar. Neyse, bundan sonrası tabii ki, kadınlara düşüyor. Artık onlar işi pişirecek, "babalara" da işin merasim tarafını yerine getirmek düşecek. Lakin, ortada ters giden bir şeyler var!.. Nedenini açık açık söylemeseler de, "kız tarafı"nda bir yavaşlık ve hâttâ bir "tereddüt" olduğu anlaşılmakta. "Yok, bu iş olmaz!.." demiyorlarsa da, bir türlü "he, tamam, hadi gelin" de demiyorlar!.. "Bu nasıl bir iştir?!.." diye kendi kendilerine sorup duran ve bu soruya da bir cevap bulamayan "oğlan tarafı", bu böyle olmayacak deyip müşterek dostları da araya koyarak "kız tarafı"na son bir ziyaret yapıp, meselenin aslını açık açık "kız tarafı"na sormaya karar veriyorlar. Neticede, iki taraf "kız evi"nde bir araya geliyor. Bu duruma fazlası ile içerlemiş bulunan "oğlan babası" söze giriyor ve "kızı vermek"teki bu tereddüdün sebebini açık açık soruyor. Önce bir sessizlik oluyor. Kız tarafından herkes başını yere eğiyor, kimse bu işin nedenini izaha yanaşmaya bir türlü cesaret edemiyor!.. Bunun üzerine daha bir hiddetlenen "oğlan babası" yeniden sorusunu tekrarlıyor. Bu defa kızın annesi utana sıkıla söze girmek zorunda kalıyor:

-"Vallahi kardeş, sana da, oğluna da, ailene de diyecek bir lafımız yok. Kime sorduk ise hep "çok eyi" dediler. Lakin.."

deyip, yine o noktada durup kalmaz mı?!..

Adamcağız, daha bir çileden çıkmış vaziyette:

-"Kele bacım, lafı ne diye ağzınızda böyle dönderip durusiz ki?!..Veriseniz verirsiiz, vermiseniz de aha biz de kalkak gedek yahu!.."

deyince, artık bu işin "niye"sini, her ne pahasına olursa olsun izah etmek gerektiğinin artık bir farz haline geldiği anlaşılmış oluyor. Kız anası, gözünü yere dikip, utana sıkıla:

-"Vallaha gardaş, her şeyinize eyi güzel diyolar da, amma!.." 

diyerek söze girince:

-"Amması ne bre bacı söylesene!.."    

diyerek adeta yerinde hop oturup, hop kalkan adamın haline bakıp daha bir utanan kadıncağız:

-"Heç bir şeyinize deyecek bir şeyimiz yok gardaş amma deyiler ki, "oğlan da babası gibi çok çirkindir!.." İşte ondan biz de biraz şey ettiyidik yani..."

deyip, baklayı ağzından çıkarınca, adamcağızın ağzından yarı şaşkınlık yarı öfke ile şu sözler dökülüyor:

-"Nedeyidim yani bacım!.. Çocuk gözel olsun deyi anasına İstanbul'dan artis mi getittireydim!.."

Valla kusura bakmayın, hikayeyi burada kesmek durumundayım!.. :)))

Sonunu merak edenlere: Sonu hayırlı bitmiş işin hayırlı...

Hadi bana eyvallah,


.

0 yorum:

Yorum Gönder