.
Bugün sizlere anlatacağım hikaye, yaşanmış bir hikayedir.
Adam, yılların tapu müdürü.
Bir gün nasıl oluyorsa şeytana uyuyor ve büyük bir menfaat karşılığı, bir tapu işleminde yolsuzluğa tevessül ediyor. Ediyor ama çok sürmeden de kolluk kuvvetleri tarafından suçüstü yakalanıyor ve konu mahkemeye intikal ediyor. Suç büyük, dolayısı ile cezası da büyük! Durumu inceleyen müdürün avukatı cezadan kurtulmanın tek çaresi olarak, müvekkiline cezasının kendisine ancak “deli raporu” alabilirlerse hapise girmekten kurtulabileceğini söylüyor. O da, “hiç yoktan iyidir” diye düşünerek avukatın bu önerisini kabul ediyor.
Sözü uzatmayalım, bunun için gerekli girişimlerde bulunuluyor ve müdür de cezaevine gitmek yerine, deli olup olmadığının tespiti için bir akıl hastanesine sevk ediliyor. Bu durumu bir “ehven-i şer”(kötünün iyisi) olarak gören müdürün içi de böylece bir nebze olsun ferahlamış oluyor. Oluyor olmasına ama, çok geçmeden akıl hastanesinin cezaevinden bile kötü bir yer olduğunu anlaması da çok uzun sürmüyor!
Müdür, bir bakıyor ki, yanı, yönü, sağı, solu hep delilerle dolu, doğru dürüst iki çift laf edecek bir Allah’ın kulu yok! Kendi kendine “Allah’ım ben yaptım böyle!” diye içten içe döğünmeye başlıyor. Derken, bir müddet sonra orada bir adama denk geliyor. Adam, hâl ve hareketleri ile diğerlerinden farklı görünüyor. Uzun zamandır aklı başında bir adam bulup da derdini dökme ihtiyacı içinde kıvranıp duran bizim tapu müdürü, bu adama çeşitli vesileler ile yaklaşmaya çalışıyor ve nihayetinde, adamın deli olmadığına tam kanaat getirdikten sonra, şuradan buradan bahsetmekle başlattığı sohbetler karşılık buluyor ve neticesinde bu adamla arkadaşlık kurmayı başarıyor.
Adam gayet düzgün ve aklı başında konuşuyor. Müdür bu durumu gördükçe daha bir mutlu oluyor ve “şükür yarabbi, şu deliler cehenneminde nihayet kendim gibi birine rastladım da nihayet kafayı gerçekten sıyırmaktan kılpayı kurtuldum” diyerek Allah’a şükürler ediyor.
Arkadaşlıkları bu minval üzere sürüp giderken, bir gün havalandırmaya çıkıyorlar, bir müddet beraberce volta atıp, sohbet ettikten sonra gelip bir duvarın dibine çömeliyorlar. Müdür, ilerlemiş bir samimiyetin verdiği güvenle “arkadaş”ına diyor ki:
-“Bak, sana bir sır vereceğim; ben aslında deli meli değilim. Ben esasen bir tapu müdürüyüm ama başımdan böyle böyle bir durum geçti ve ben de cezaevine düşmemek için deli numarası yapmak mecburiyetinde kaldım…”
Müdürün bu itirafı üzerine, öteki de benzer itiraflarda bulunuyor ve kendisinin de benzer bir sebepten deli rolü yapmak mecburiyetinde kaldığını söylüyor. Artık sohbet çoluk, çocuktan, ailevi meselelere doğru uzanmaya başlıyor. Yalnız bu arada müdürün bu yeni arkadaşı, garip bir şekilde, bir elini sürekli olarak giydiği deli entarisinin altında tutuyor. Müdür, tam kızına talip olan birine kızını verip vermemekteki tereddütlerini anlatırken, yanındaki, çömeldiği yerden birden kalkıp “heciik!..” diyerek avucundaki dışkısını müdürün yüzüne gözüne sürüverip, kaçmasın mı?..
Müdür, bir yandan yüzünü gözünü temizlemeye çalışırken, bir yandan da olaya müdahale için gelen hastabakıcılara diyor ki:
-“Yüzümün gözümün b.k içinde kaldığına mı yanayım, yoksa zar zor bir arkadaş bulduğumu sanmıştım, ona mı yanayım?..”
***
Hayatta başımıza gelen kimi hadiseler de bu sizce bu duruma benzemez mi, ne dersiniz?..
...
12 Eylül 2017 Salı
Derdim çoktur, hangisine yanayım
Gönderen
Hikayeci: Vecihi Batmaz
zaman:
06:05
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Etiketler:
Memleket Hikayeleri
0 yorum:
Yorum Gönder