25 Eylül 2012 Salı
Mehmet Aslan Muamması (2)
Mehmet Aslan'ın iki hafta kadar önce yarım bıraktığımız hikayesine bugün kaldığımız yerden devam edelim.
Anlattığımız üzere; düşmanları ve kolluk kuvvetleri tarafından her tarafta delik delik aranan Mehmet Aslan, çareyi Suriye'ye kaçmakta bulmuş ve bu amaçla Reyhanlı'da bir çiftlikte bir müddet saklanmış ve çiftlik sahibinin de destek ve yardımı ile kaçak olarak Suriye'ye kendini atmıştı.
Mehmet Aslan Suriye'ye ya geçmeden, ya da geçer geçmez orada kendisine bir Ermeni kimliği ediniyor ve bu kimlikle o zamanlar Fransızların elinde bulunan Suriye'deki Fransız askeri lejyonuna bir yolunu bulup kendini paralı asker yazdırıyor. Bu noktada, teferruatını tam olarak bilemediğim bir husus ise Mehmet Aslan'ın buradan Fransa'ya geçmesidir. Evet, Mehmet Aslan Fransa'ya gitmiş ve orada bir müddet kalmıştır. Ama lejyoner olduktan sonra mı gitmiştir yoksa lejyoner olmak üzere mi gitmiştir orasını maalesef bilemiyorum.
Şimdi bu noktada hemen şurasını da belirteyim ki, bundan sonraki anlatacaklarımı ben bizzat bütün bu olayları onun ağzından dinlemiş olan merhum Nihat Sezgin amcamızdan dinledim ve burada ona göre anlatıyorum. Zira, Mehmet Aslan yıllar sonra Suriye'den yine kaçak olarak Türkiye'ye giriş yapmış ve 5-6 ay kadar Hacı Hüseyin efendi çiftliğinde saklanmış. (Çünkü Hacı Hüseyin Efendi'in en son eşi, yani Nihat amcanın annesi de Çardak köyündendir ve Mehmet Aslan'la akrabalık bağı vardır). Mehmet Aslan, çok sapa bir mahalde bulunan bu çiftlikte o zamanlar genç bir delikanlı olan Nihat Sezgin'le aynı evde beraber kalmış ve geceleri evin önünde yaktıkları küçük bir ateşin başında zaman zaman bütün bunları ona anlatmıştır. Burada ilginç bir not olarak şunu da belirtmek lazım ki, onunla beraber kaldıkları o iki katlı kerpiç evde Mehmet Aslan hiç bir zaman Nihat Sezgin'den evvel eve girip yatmamış! Nihat amcam da onun evin neresinde ve ne zaman yattığını bir türlü öğrenememiş. Nihat amca bu konuda derdi ki: "Bunun bütün sebebi düşmanlarından birinin gelip beni bulma ihtimali idi. Eğer ben onun nerede yattığını bilirsem, adam sessizce gelip kafama silahı dayayabilir ve onun yerini kendisine göstermem için beni tehdit edebilirdi. Çünkü Mehmet Aslan öyle bir adamdı ki, ona uyurken bile yaklaşmak her adamın cesaret edeceği bir iş değildi..."
Evet, araya bu açıklamayı koyduktan sonra dönelim şimdi kaldığımız yere. Yeniden Suriye'ye dönen Mehmet Aslan, burada lejyoner olarak Fransızların emrinde görev yaparken kendisi gibi lejyonerlik yapan bir Ermeni ile arkadaş oluyor. Kısa süre içinde bu arkadaşlık çok ilerliyor. Bu arkadaşlık hususunda Mehmet Aslan Nihat amcaya gözleri dola dola şunları söylüyor: "Yahu Nihat, öyle bir adamdı ki, ben daha onun gibi sağlam ve karakter sahibi, dostuna dost bir adam görmedim!.."
Peki görmemiş te ne olmuş derseniz, şimdi onu da anlatacağım:
Mehmet Aslan'ın Nihat amcaya anlattığına göre, bu çok güzel giden dostluğu bozan tek şey, bu Ermeni'nin içki içtiği vakit Türklere sövmeye başlaması imiş. Ne zaman birlikte oturup içseler adam başlarmış Türklere sövmeye! Eh, hesapta Mehmet Aslan da Ermeni ya, adam haliyle sövmekte herhangi bir beis görmüyor. Mehmet Aslan her defasında lafı değiştirmeye çalışsa da adam bir noktadan sonra kafayı takıyor ve takılmış plak gibi sövgü ve hakaretlerine ver allah devam ediyormuş! Haliyle bu vaziyet giderek Mehmet Aslan'a dokunmaya başlamış. Mehmet Aslan bakmış bu böyle olmuyor, bu arkadaşını sözümona yemeğe davet etmiş. Ve bu maksatla kalkıp Şam pazarına gitmiş ve oradan bir domuz cıbası (domuz yavrusu) almış ve onu kestirip fırına verdirmiş.(*) Birer testi de şarap almış ve akşam üzeri bunlar nevalelerini alıp bir dağın eteğine gitmişler. Burada bir ateş yakıp başına oturmuşlar ve başlamışlar yemeye içmeye. Her zaman olduğu gibi, başlangıçta her şey güzel güzel giderken, alkol etkisini göstermeye başlayınca adam yine başlamış Türklere sövmeye saymaya! Mehmet Aslan yine lafı değiştirmeye çalışmış, şöyle demiş böyle demiş ama ne yaptıysa yine fayda etmemiş. Kendisi de alkollü bir durumda olan Mehmet Aslan artık tam anlamı ile durumdan ümidi kesmiş ve arkadaşından izin isteyerek bir "su dökmeğine" gideyim demiş ve kalkmış, arka tarafa doğru gidip bir çalının dibine ihtiyacını gidermiş. Sonra da dönüp hiç bir şeyden habersiz ateşin başında oturan arkadaşına arkadan sessizce yaklaşıp silahı kafasına dayamış ve anında tetiği çekmiş! Arkadaşı da tabi ki anında yanının üstüne devrilip kalmış! Arkasından da (kendince) öldürmek zorunda kaldığı o çok sevdiği arkadaşının başında oturup, "niye böyle ettin" diyerek sabaha kadar ağlamış!.. (Bunu anlatırken de gözleri yeniden dolmuş ve yine derin derin iç çekmiş...)
Ne ise, epey bir maceradan sonra Suriye'den ayrılmaya karar veren Mehmet Aslan, yine kaçak olarak yeniden Türkiye'ye geçiyor ve doğruca Reyhanlı'daki o eski kaldığı çiftliğe geliyor. Geliyor ama ne görsün?.. Köprülerin altından çok sular akmış, her şey tersine dönmüş. Anlaşılıyor ki, Mehmet Aslan'a, çözmesi gereken yeni bir gaile çıkmış!... Dilerseniz onu da gelecek hikayeye bırakalım...
* * *
(*)(Bunu duyan Nihat amcam hayretini gizleyemeyerek: "Memmet emmi, sen domuz da mı yerdin?.." deyine Mehmet Aslan da ona diyor ki: "Bre ulan, sen bakma hacının hocanın lafına, ne bilir onlar ağızlarının dadını!.. dediğini de burada not edelim)
Gönderen
Hikayeci: Vecihi Batmaz
zaman:
05:42
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Etiketler:
Osmaniye'den Hikayeler
0 yorum:
Yorum Gönder