16 Mayıs 2012 Çarşamba

Osmanlı İmparatorluğunun Talihsiz Padişahı Sultan Abdülaziz Han ve Onun İlginç Serencamı


Efendim, doğrusunu isterseniz, ismimizin önüne, öyle "araştırmacı tarihçi" gibi bir etiket eklemek niyetimiz yok, zaten böyle bir şeye lüzum duyduğumuz da yok! Lâkin, son zamanlarda, bilhassa televizyonlara çıkıp millete tarihçilik taslayan kimi koca koca(!) adamlara ve onların "tarih" diye anlattıklarına bakınca, bu konuda bildiklerimizi anlatmanın ve yalan yanlış, eksik gedik bir dolu hikayeyi tarih diyerek millete göz göre göre yutturmalarının önüne geçmenin artık bizim için de bir nevi vatandaşlık görevi haline gelmiş olduğunu düşündük. Hâl böyle olunca da geçtik oturduk klavyenin başına...

Şimdi, şu yukarıda söylediklerimize binaen, geçen gün bir televizyon kanalında çıkan bu adını ilk defa duyduğumuz "tarih uzmanı"(!) zatlardan biri, sultan Abdülaziz Han hakkında öyle şeyler hikaye etti ki, ağzımız hakikaten açık kaldı!..

Sultanın kayınbiraderini, (Hassa Ordusundan ve onun kural, kaide ve geleneklerinden pek haberi yok ki) önce hanım sultanın "hemşehrisi" yapmaya çalıştı. Baktı olmadı, bu defa işi "Çerkesliğe" bağlamaya kalktı!.. O da yetmedi, Abdülaziz Hanın katlinde başrol oynamış bir paşa olan İspartalı "Eşekçi Ahmet"in oğlu "Hüseyin Avni"yı, seyirciye hakiki bir "devlet adamı" olarak tanıttı, bu da onu kesmemiş olacak ki, ondan bir de büyük vatansever ve bir "kahraman" gibi bahsetmeye kalkıştı!.. Velhasılı, kendi siyasi meşrebine uygun düşecek şekilde, adeta yeni baştan, kendine göre bir tarih yarattı!.. İşte bu vesile ile dayanamadık ve Sultan Abdülaziz Han hakkında bildiklerimizi bir de biz yazalım dedik ve görelim bakalım ne söyledik:

15 Mayıs 2012 Salı

Abdülaziz Han'ın başına gelenler ve Hüseyin Avni Paşanın ibretlik sonu


Sultan Abdülaziz Han'ın hayatına dair başlattığımız yazı dizisinin bu ikinci bölümünde, onun evliliği vesilesi ile yaşanmış kimi gizli saklı hadiselere değinmeye çalışacağız.

Oğlu Abdülaziz Han'a kız beğenmek için Kafkas köylerini(*) gezmeye giden Pertevniyal Valide Sultan, uğradığı bir Çerkez köyünde çok güzel bir Çerkez kızını görüp beğeniyor. Saray geleneklerine göre, padişahlara eş olarak seçilen kızların varsa ağabeyleri, yoksa küçük erkek kardeşlerinden biri bu kızla beraber götürülür ve bu erkek kardeş, padişahın özel koruma ordusu diyebileceğimiz "Hassa Ordusu" için subay olarak yetiştirilirmiş.

İşte, Pertevniyal Sultan da, "gelinliği" ile beraber onun küçük erkek kardeşini de beraberine alıp İstanbul'a geliyor. Bu güzel gelinlik kıza da "Şems-i Cihan" adını veriyor. "Şems-i Cihan" ise "Cihan Güneşi" anlamına geliyor. Kızın güzelliğinin methi ise İstanbul'a kendisinden evvel geliyor. Ahlâken düşüklüğü tescillenmiş bir paşa olan "Hüseyin Avni" de onun bu güzelliğini duyanlardan. Sarayın hareminde görevli bir kadınefendi ile de arası iyi olan bu Hüseyin Avni, gelen gelin adayının güzelliğini işte bu kadından haber alıyor ve gelinin geleceği günü de haber alarak harem dairesine giriş kapısına yakın bir yerde, bir çalının arkasına gizlenerek gelinlik kızı yakından görme fırsatı buluyor. Ve onu görür görmez de anında aklı başından gidiyor!.. Padişahın haremine dahi yan bakacak kadar namussuz olan bu "herif-i nâşerif" (şerefsiz adam), kızın güzelliği görünce derhal o dostu olan kadınefendiyi yakalayıp, ona yalvarıp yakarmaya ve bu kızla kendi arasını ne edip edip yapması için ona baskı yapmaya başlıyor. Gerekçesi de şu ki, saraya gelin adayı olarak gelen bir kız padişaha hemen gösterilmez, en az altı ay eğitilir ve sarayın kuralları öğretilir. Bu sebepten Abdülaziz, "eş adayını" henüz görmemiştir. Öyle ise kızı kendi alsın, anası da Abdülaziz'e yeni bir kız bulsun!..

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Sultan Abdülaziz'in Paris seyahatinde neler olmadı ki!..


Sultan Abdülaziz'in Avrupa'ya seyahat yapmış ilk ve tek Osmanlı padişahı olduğunu daha önce de belirtmiştik. Bu seyahatleri içinde en dikkat çekici olanı ise onun Fransa'ya yaptığı seyahattir.

1867 yılında, Fransa Kralı III. Napolyon'nun daveti üzerine Fransa'ya da uğrayan Sultan Abdülaziz, renkli kişiliği ile burada da ilginç hadiselere imza atmıştır. Mesela, III. Napolyon ile tanışmaları esnasında onunla el sıkışan Abdülaziz Han, tam bu esnada yanında bulunanan Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) Köprülü Fuad Paşaya dönüp, gülümseyereki:

-"Ulan, pezevengin eli de yumuşacıkmış, aynı avrat eli gibi ha!.."

demez mi?!..

Türkçe söylenen bu sözlerden tabiyatıyla bir şey anlamayan III. Napolyon, Fuad Paşaya meraklı gözlerle bakarak:

-"Pesavanq?"

diyor ve Abdülaziz'in, ağzından çıkan "pezevenk" kelimesi ile ne anlatmaya çalıştığını anlamaya çalışıyor!.. Meğer Fransızcada buna benzer bir kelime varmış, adamcağız da Abdülaziz'in Fransızca çat-pat bir şeyler demeye çalıştığını düşünmüş.

Zor durumda kalan Fuad Paşa, bir an tereddüt geçirse de, mükemmel Fransızcası ile derhal durumu telafi ediyor ve Sultan Abdülaziz'in gösterdiği misafirperverlikten dolayı kendisine teşekkür ettiğine dair bir şeyler uyduruveriyor. Bunun üzerine de Fransa Kralı rahatlıyor ve gülerek:

11 Mayıs 2012 Cuma

"Fık" desin indireceez!..

Şimdi ölü mü sağ mı, bilemiyorum. Ölmüş ise Allah rahmet eylesin, sağ ise Allah sağlık, sıhhat versin. Sağ ise de şimdi yaşı bir hayli ilerlemiştir. "Kimden bahsediyorsun yahu!.." diyorsanız, bahsettiğim adam Ayhan abidir. Soyadını hatırlayamadım ama; Osmaniyeli olupta yaşı 50'nin üzerinde olanlar "Postahaneci Ayhan" adını duyarlarsa, onu mutlaka ve derhal hatırlarlar.

Niye "postacı" değil de "postaneci" (postahaneci) derlerdi diyorsanız, onun da cevabı şudur: Bilhassa yayla vakti gelipte, PTT, Zorkun'a sezonluk şubesini açtığında oraya Ayhan abiyi gönderirdi. Abim de orada tek başına, hem tahsilat, hem posta işleri, hem de santralcılık işlerini görürdü. Santralcılık deyince, telefon görüşmesi yapmak için şubeye gelenlerin yanı sıra, bir de evlere çekili manyetolu telefonlardan arayanları, önündeki santral kutusunda bulunan fişleri bir yerden çekip, bir yere sokarak birbirine bağlardı. Kumral, babayiğit, alabros kesilmiş saçı, siyah kemik çerçeveli gözlüğü ve kulağının arkasına taktığı kısa kurşun kalemi ile, biraz da yabancılara, bilhassa Almanlara benzerdi. Görevini son derece ciddiye alan bu adam, aynı zamanda düz mantıklı, sade bir adamdı. Her ne ise, asıl anlatmak istediğimiz şey, işte bu Ayhan abinin o düz mantığını anlatan küçük bir hikayedir. Şöyle ki: