27 Mart 2012 Salı

Gemici Mustafa Odun Tüccarı!..


90 küsur yıllık hayatında girmediği bela, yaşamadığı macera neredeyse kalmamış olan Gemici Mustafa, aynen kendisinden sonra gelen meşhur dolandırıcı "Raki" (Güney Zobu) gibi, zengin iken daha da zengin olmayı kafasına koymuş kimi "uyanık" vatandaşları "çarpmayı" kendine iş edinmiş bir adamdı. Raki'nin "kundusiler" dediği bu tür vatandaşlar, az zamanda çok para kazanma hırsları ile daima kendi sonlarını kendileri hazırlamışlar, ava giderken bir de bakarlar ki, av olmuşlardır. Âdeta bir doğa yasası halinde işleyen bu durumun gayet farkında olan cümle dolandırıcı taifesi de, öteden beri işte bu türden hırstan gözü kararmış vatandaşları arar bulur ve gereğini yaparlar!

Bugünkü hikayemiz de esasen bu duruma esaslı bir örnek teşkil edecek bir hikayedir ve hikayelere de lafı fazla dolandırmadan başlamak gerektir. Öyle ise, şimdi gelin sözü Gemiciye verelim, bakalım ne olmuş, ne bitmiş, kendi ağzından dinleyelim:

"Sene 1935-36'lar... O zamanlar gencim, yakışıklıyım ve gayet güzel ve şık giyinirim. O gün yine giyindim kuşandım, Haydarpaşa Garı'na geldim. Mevsim yaz ve işe çıkacağım. Nereye gideceğimin ise hiç önemi yok! Sordum soruşturdum, en erken kalkan tren hangisi ise ona bir bilet aldım. Saati gelince trene bindim. Epey bir müddet yol alıp, şurda burda durup kalktıkan sonra tren nihayet Afyon'a vasıl oldu. Camdan etrafı şöyle bir kolaçan edeyim dedim. Bir de baktım ki, istasyonun çevresinde yığın yığın meşe odunları istif edilmiş. Siz bilmezsiniz, o zamanlar Afyon'nun meşe ormanları hayli meşhurdu. Hali ile Afyon'da "odun tüccarları" da boldu. İçime birden bir his doğdu ve kendi kendime: "Oğlum Gemici, buradan sana iş çıkar!" dedim ve bu kararla trenden indim. Odun istifleri arasında dolaşmaya başladım. Az biraz sonra, bir de baktım ki, ilerlerden bir yerden asabi asabi sesler geliyor. Sese doğru yavaşça yürüdüm. Baktım ki, ihtiyarın biri, kendi kendine söyleniyor. "Allahtan korkmaz, bu adamı buraya koyup gittin! Bu adam aç mıdır, susuz mudur, ne yer ne içer, hiç mi aklına gelmez hiç mi aramaz, hiç mi sormazsın!.." deyip duruyor. Anlaşılıyor ki, patronundan şikayetçi. Ve belli ki, vatandaş buranın bekçisidir ve artık kimbilir ne olduysa, mal sahibi de uzun zamandır oraya uğramamakta ya da uğrayamamakta!..

Hâl bu olunca, kafamda bir şimşek çaktı. Derhal dönüp istasyon binasına gittim ve oradaki kantinden bolca ekmek, peynir, zeytin, çay, sigara vb. alıp bizim bekçinin yanına döndüm. İçine düştüğü durum kimbilir ne kadar yüreğine batmış ki, adamcağız hâlâ söylenmeye devam ediyor!.. "Selamünaleykûm" deyip yanına vardım ve söylediklerinin hepsini duyup da içerlemiş bir tavırla:

-"Ne söylenip durursun emmi!.. Adam olanın başına hiç mi bir şey gelmez sanıyorsun sen!.. Önce sor bir bakalım, ortağımın başında ne iş var?!.. Adamcağız İstanbul'da hastahaneye yattı, orada canıyla döğüşüyor, sen burada iki gün aç kaldım diye söylenip duruyorsun. Ayıptır yahu!.."

deyip, kendisine önce güzelce bir çıkıştım, arkasından da; "al şunları bakalım" deyip, elimdeki ağzına kadar dolu iki kesekâğıdından torbayı yine aynı sertlikle kendisine uzattım. Adamcağız bundan hayli mahçup oldu ve:

-"Vallaha bilmiyordum bey!.." 

diyerek, utangaç bir eda ile, fakat gözlerindeki sevinci de saklayamayarak elimden torbaları alıverdi. Benim ise alttan almaya hiç niyetim yok!:

-"Sen böyle söylenip duruyorsun amma sana emanet ettiğimiz malı sağlam muhafaza ettin mi, bir de onu söyle bakalım!.."

diyerek üstüne gitmeyi sürdürünce, adamcağızın eli ayağına büsbütün dolaştı. O, ne kadar:

-"Etmem mi Bey!.. Ettim tabii! Bak, bıraktığınız gibi duruyor emanetiniz!.."


dese de, ben yine de ona inanmakta isteksizmişim gibi davranarak:

-"Göster o zaman da görelim ne kadar sağlam bekçilik yaptığını!.."

dedim. Malûm, "bıraktığınız gibi" demekle mala ortak olduğum her ne kadar kesinleşmiş ise de, yine de malın ne miktar olduğunu bilmek gerek!

-"Düş önüme öyleyse!.." deyip bunu öne düşürdüm ve:

-"İşte şurdan şuraya kadar, burdan buraya kadar değil miydi?.. Bak emanetiniz olduğu gibi muhafaza olunmuştur Bey'im!.." 

deyip, turu tamamlayınca, üç aşağı, beş yukarı bunun kaç "ster"(*) odun olduğunu hesaplama imkânını da bulmuş oldum. Artık Afyon'a gidip bunu birine okutmanın vakti gelmişti. Bekçiye dönüp:

-"Bak buraya tüccar getireceğim, onun yanında da böyle dan-dun etmeyesin ha!.." diyerek buna sıkıyı verdim. "Heç olur mu öyle şey beyim..." dediğine ise aldırmazdan gelip, ciddiyetimi bozmadım ve orada müşteri beklemekte olan çift atlı bir faytona atlayıp Afyon'a indim ve iyi bir otel  bulup, oraya yerleştim.

Gece dinlendikten sonra, erkenden aşağı indim ve derhal otel müdürünü bulup ona şöyle dedim:

-"Ben odun tüccarıyım ama buranın yabancısıyım. Elimde biraz odun var ve bunu satmam lazım. Hangi tüccara gideyim, hangisi sağlamdır?"

Otel müdürü derhal saymaya başladı:

-"Falan tüccara git, sağlamdır, filanca da sağlamdır. Bak şu, şu adamlar da iyi adamlardır. Onlara da gidebilirsin. Ama sakın ha..."

Saydıklarından hiç birinin ismini aklımda tutmaya gerek görmüyorum. Çünkü "sağlam" adamla benim işim olmaz!.. İşte, otel müdürüne "sağlamları" sormamdaki maksat "çürükleri" öğrenmek! Ve bu beklediğim cevap da işte geliyor:

-"Ama şurda bir Hacı bilmemkim var ve bir de filanca yerde falanca derler biri var, aman sakın ha bunların eline düşme!.."

Müdüre çok teşekkür edip, bu "ellerine düşmemem gereken iki ismi" de zihnime iyice kazıyıp, öylece otelden ayrıldım. Sonra, sora sora, o Hacı emmiyi buldum. Selam kelam faslından sonra mevzuuya girip:

-"Hacı emmi, ben buraların yabancısıyım. Elimde biraz odun var. Bugünlerde de paraya biraz sıkışkınlığım var. Sordum soruşturdum, seni tavsiye ettiler. Sana bu hususta yardımcı olsa olsa o olur dediler..." 

deyince, Hacı emmimin yüzü ışıladı. "Sağolsunlar, Allah razı olsun senden de, onlardan da yeğenim..." diyerek söze girdi ve devamla:

-"Bak yeğenim, biliyorsun ki, mevsim yaz. Şimdi odun alıp da kime satayım? Amma sen buraya kadar gelmişsin, kâr için değil amma senin gibi genç bir delikanlının işini görmek için gidip şu malına bir bakarım."

Ben de:

-"Sağol Hacı emmi, Allah senden de razı olsun!.." dememle, "ya Allah o zaman!" diyerek birlikte kalktık ve bir fayton çevirip istasyona doğru yola koyulduk. Bekçi efendi, beklediğim gibi bizi alâu vâlâ ile karşıladı ve beraberce odunların etrafında şöyle bir dönüp geldik ve tekrardan faytona binip Hacı emmimin yazıhanesine geldik.

-"Ne diyon şimdi Hacı emmi, söyle..."

diyerek lafı tekrar başlattım. Hacı emmim tabiatı ile hayli düşünceli ve hayli nazlı:

-"Ne deyim bilmem ki yeğenim? Malın fena bir mal değil, lâkin gel gelelim piyasanın durumu da malûm. Ne mal alan var, ne de satan!.. Ben sana ne deyim şimdi bilmem ki?.."

Ben de bunun üzerine:

-"Hacı emmim, bu mal sana yarar. Sen şöyle vicdanlı bir fiyat ver, ben de üçüne beşine fazla bakmadan malımı satıp yoluma gideyim. Sen de malımdan hayır gör!.. Beni yorma, sen vicdanlı adamsın!.."

diyerek Hacı emminin sakalının altından şöyle bir geçtim. Hacı emmim ise nazlı alıcı. Eh, ayağına kadar da gitmişiz. Düşürmeden mal alır mı? Almaz! Bu sebepten; "tamam da aslan yeğenim" diyerek lâfı sündürdükçe sündürüyor!.. Neyse uzatmayalım, Hacı emmim sonunda baklayı ağzından çıkardı:

-"Bak yeğenim, malına 1.300 TL. veriririm, o da senin güzel hatırına. Onun da 500 lirasını peşin verir, kalanına da 45 günlük bir senet yaparım. Benim sana yapacağım budur..."

İşe bak?!.. Hacı emmim, neresinden baksan, ölüsü 2.000 TL. edecek mala 1.300 lira fiyat biçiyor! Onunda ancak 500 lirasını peşin veriyor!.. Geriye kalanı için vereceği senedi de zaten ödemeyecek! Hülasa, malı dörtte bir fiyatına alacak!

Usulen, bir iki; "etme Hacı emmi, tutma hacı emmi, gel şunu 1.500 lira yap!.." dedimse de, Hacı emmim, oltasında çırpınıp duran şu balığı nasıl olsa afiyetle yiyeceğinden emin bulunduğundan, Nuh diyor, peygamber demiyor! "Vallaha sen bilin yeğen, istersen çık dolaş, daha fazla veren varsa buyur ona ver!.." diyor. Ben ise; "Yok Hacı emmi, ben bir pazarlığı bitirmeden ötekine başlamam!.. Bu bize yakışmaz!.." deyip, kıvırıyorum. Ne ise, anan aşağı, baban yukarı derken, Hacı emmimi 800 lira peşin, bakiyesine de senet vermeye razı ettim. Ettim ama "bu iş böyle olmadı amma Hacı emmi, ne deyim, gene de senin canın sağolsun gayri!.." deyip, serzeniş göstermeyi de ihmal etmedim. Hacı emmim ise; "Eyi sattın, eyi sattın!.. Bu fiyatı da sana Hacı emminden başkası vermezdi ha, bilesin!.." diyerek hesapça önümden beri gelmiş oldu. Ne ise, gayet gönülsüzce(!) Hacı emmimden parayı ve senedi alıp cebime dikkatlice koyarken; "filanca otelde kalıyorum emmi, ben oraya gidip eşyalarımı toparlayayım. Sen de bu arada adamlarını ayarla da bana haber ver, gidip malı teslim edeyim!.." deyip yazıhaneden gayet boynu bükük(!) bir vaziyet almayı da unutmadan ayrıldım.

Alan razı, satan razı!.. Hacı emmimin neşesine ise diyecek yok! Bundan sonrasında benim yapmam gereken tek şey varsa, o da, mümkün olan en hızlı şekilde ve bir an evvel Afyon'u terk etmek!.. Bu sebepten, Hacı emmimin yazıhanesinden çıkar çıkmaz ara sokaklara dalarak, doğruca garajın bulunduğu caddeye yöneldim. Bir de baktım yol kenarında, kalkmak üzere olan ve son yolcularını bekleyen bir kaptıkaçtı duruyor!..(O dönemlerde minibüs tipi araçlara "kaptıkaçtı" deniyor). Nereye gittiği bile sormadan atladım tabii ki! İçerde öğrendim ki, Sandıklı'ya gidermiş!.. Bana göre hava hoş! İzimi azdırmam lazım! Sandıklı, mandıklı derken, böyle böyle, üç-beş vasıta değiştirerek İzmir'e kapağı attım! Cebimde Hacı emmimim 800 lirası!.. Az-buz değil! Benim gibi müsrif bir adamı bir kaç ay krallar gibi yaşatmaya  yeter de artar bile!..Ha, bir de senedi var cebimde emmimin!..

Akşama yakın vardığım İzmir'de, Kordonboyu'na geçip, güzel bir lokantanın deniz kenarına atılmış masalarından birine varıp kuruldum. Rakıyı açtırdım, masayı donattırdım. Hacı emmimin; o nasıl olsa "ödemeyip süründüreceği" senedini de çıkarıp cart-cart yırttım, denize attım! Böylece onu bu sıkıntıdan da kurtarmış oldum!.....

* * *

"İşte böyle yeğenim, benden sana vasiyet; sen sen ol, tamahkâr olma, kanaatkâr ol! Avantadan kazanç hırsı gözünü kararttı mı, ondan gözümü ayırmayım derken, önüne kazılmış çukuru göremez de, içine gürpede düşüverirsin, kimse de sana acımaz! Bir de üstüne; "hotlayıp zıplıyordu, eyi oldu p.zevenge!.." demezlerse, sen ona dua et!.."

Bu da rahmetliden duyduğum son nasihatti...

Ne diyelim, Allah taksiratını affetsin!.. Aslında, pek haksız da değil hani!...



--------------------------------------------

(*) Ster: Yığın durumundaki yakacak odun için kullanılan, 1 metre küpe eşit hacim ölçüsü birimi







0 yorum:

Yorum Gönder