21 Eylül 2011 Çarşamba
Alim'i gördün mü Alim'i..?!
Yörükler, bir zamanlar, rızıkları gereği; hep dağları, yaylaları yurt tuttuklarından, şehirlerde, kasabalarda ne olur, ne biter-şimdiki gibi iletişim ve haberleşme vasıtaları da olmadığından-pek haberleri olmadan yaşar giderlerdi. Ne var ki, tabiatla koyun koyuna yaşayan bu mert, yiğit ve temiz fikirli insanların bu "temiz fikirlilikleri", çoğu zaman onların başına türlü işler açmış, şehirli milletinin de bunları dillerine dolamalarına sebep olmuştur. İşte, bugün anlatacağımız hikaye de, bu türden bir hikaye...
* * *
Çook uzun yıllar önce, Toroslarda yaşayan bir Yörük Obasının ileri gelenleri, dağ başlarında hocasız fakısız bir Müslümanlık yaşamaktan sıkıntı duymuş olmalılar ki, buna bir çare arıyorlar. Zira, zaman zaman hastalanan ya da ölen oluyor ama bunların başında en azından bir Kur'an okunması lazım, o bile yok!..
Peki ne yapmalı?..
Şehre giden aklı başında bir kaç adama görev vermeli, gereken ne ise aklı başında bir hocaya danışılmalı...
Onlar da öyle yapıyor ve araya araya, "aklı başında"(!) bir hoca buluyorlar ve anlatıyorlar sıkıntılarını... Hoca ise hin oğlu hin, diyor ki:
-"Ben sizin bu sıkıntınızı çözmeye çözerim emme bu size birez ağıra mal olur!.."
"Ağır, mağır", çözülmesi lazım bu meselenin!.. Masrafı ne ise verilecek hocaya, lakin ne için para ödeyeceklerini sormadan da edemiyorlar. Hoca efendi, bunlardan yüklüce bir şeyler "koparacağına" emin olduktan sonra meseleyi nasıl çözeceğini şöyle anlatıyor:
-"Evladım, ben bir tuluğa (tulum) Kuran okuyup, onu iyice Kuran ile dolduracağım. Tuluk dolunca da ağzını sıkı sıkı bağlayıp size teslim edeceğim. Siz de, ihtiyaç halinde hastanızın, ölünüzün başucunda tuluğun ağzını açacak ve böylece gerekli dualar dışarı çıkarak maksat hasıl olacak!.. He, diyorsanız bana şu kadar zaman müsaade edin, tuluğunuzu hazır edeyim!.."
Bu çözüm bizimkilerin de aklına yatmış olacak ki, kabul ediyorlar ve hocanın dediği zamanda gelip tuluğu almak üzere kalkıp gidiyorlar.
Bunlar gider gitmez hoca işe koyuluyor, tuluğun içine bol miktarda "eşek arısı" doldurup, tuluğu da davul gibi şişiriyor!..
Derken, beklenen zaman geliyor, bunlar hocanın yanına varıyorlar. Hoca, ağzına kadar Kuran(!) ile doldurduğu tuluğu çıkarıp ortaya koyuyor ve "sözünü tutmuş ve işini bitirmiş" bir adam olarak iştahla "alacağını" almayı bekliyor!..
Bizimkiler ise işi sağlama almak derdinde!.. Öyle ya, parayı vereceklerine göre, malı teslim almadan önce, onu bir kontroldan geçirmek gerek!.. Biri diyor ki:
-"Tuluk temam herhalda hoca efendi!.."
Hoca, kendinden gayet emin:
-"Temam olmaz mı, temam tabi!.. İşte buyurun, burada!.."
Bizimkilerden biri tuluğu kucakladığı gibi kulağına götürüyor!.. İçeride müthiş bir uğultu!.. Demek ki, hoca işini iyi yapmış, Kuran, uğuldayıp duruyor tuluğun içerisinde!.. Ötekiler de kulaklarını dayayıp buna şahit olduktan sonra, hocaya gönül rahatlığı ile borçlarını ödüyor ve onunla helalleştikten sonra tuluğu ihtimamla kucaklayıp oradan ayrılıyorlar.
* * *
Gel zaman, git zaman, obada biri ağır hastalanıyor. Bakıyorlar, adamcağız gidici, "hemen getirin şu 'Kuran Tuluğu'nu!.." diyorlar; "adam imansız gitmesin!.."
Koştur, koştur getiriliyor "Kuran Tuluğu" ve alelacele açılıyor ağzı!.. Obada ne kadar Yörük varsa toplanmış bu arada. Merak ediyorlar haliyle Kuran Tuluğu'nun marifetini!..
Tuluğun ağzı açılır açılmaz, içeride son derece kızışmış bir vaziyette dolanıp duran eşek arıları büyük bir öfke ile dışarı fırlamaz mı!.. Oba karışıyor, herkes canının derdine düşüyor!.. Ortalık tam bir can pazarına dönmüş, kaçabilen kaçıyor, kaçamayanı eşek arıları haklıyor!..
Bu toz duman içinde, ortalıkta bir Yörük kadını "Alıım, Alıım, Alımı (Alimi) gören yok mu?!.. " diye ağlayıp feryat etmekte, kendini paralamakta!.. Kaçanları kolundan tutup tutup, yalvaran gözlerle sormakta:
-"Alımı gördün mü Alımı!.."
Fakat milletin Ali'yi, Veli'yi görecek hali mi var! Amma ana yüreği işte, kendini unutmuş, biricik evladının, Ali'sinin derdine düşmüş!..
Nihayet birini durdurmayı başarıyor ve ona da diyor ki; "Alımı gördün mü?!.."
Neyse ki, adam Ali'yi görmüş!. Telaşla diyor ki:
-"Vallaha dezze iki dene kırmızı g.tlü Kuran senin Ali'yi önüne gatmış ha şo tarafa doğru govalıyodu!.."
* * *
Tövbe, tövbe!... Allah günahımızı affeder inşallah!..
Gönderen
Hikayeci: Vecihi Batmaz
zaman:
05:40
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Etiketler:
Memleket Hikayeleri
0 yorum:
Yorum Gönder