Sene, 1970'lerin başı, Osmaniye o zamanlar tam anlamıyla bir çiftçi memleketi... Buğdayı, pamuğu ile meşhur ve bu sebepten, muhtelif memleketlerdeki un fabrikalarına buğday temin eden tüccarların çokça gelip gittiği bir yer. İşte bu tüccarlardan biri de, bu günkü hikayemize konu olan Gazi Antepli Urub'ali (Urup Ali). Urup Ali, yaşı seksenlere dayanmış, uzun boylu, ayağında şalvarı, başında kasketi ile özüne sözüne güvenilir, bugünlerde artık aslına nesline pek rastlanmayan eski tipten bir tüccar... (Bizim buralarda "urup" "çeyrek" manasına kullanılır amma Ali efendiye niye "urup" demişler, orasını bilemiyorum...)
Urup Ali'nin bir de kendi yaşdaşı ve adaşı olan bir ortağı var. Bunların ikisi de gençliklerinden bu yana Gaziantep'in Zahireciler Çarşısı'nda ortaklaşa iş yapan iki arkadaş. Yalnız, bu Urup Ali'nin bir takıntısı var. Biri buna arkadan yaklaşıp şapkasını kaldırdığında tam anlamıyla zıvanadan çıkıyor ve o ciddi, ağır akıllı tüccar Ali gidiyor, yerine ağıza alınmayacak küfürleri ardı ardına sıralayan kavgacı, döğüşçü bir adam geliyor. Ee, tabi şimdikiler ne kadar bilir, onu bilmem amma birinin şapkasını kaldırmak demek, o adama "gavat, pe..venk" demekle eşdeğer bir şey. Şimdi, onun bu hallerini bilen başta ortağı olmak üzere bütün bir zahireci esnafı, Urup Ali daha çarşıya girer girmez mutlaka içlerinden birini gönderip Urup Ali'nin kasketini arkadan öne ittirtip kaldırtıyor! Tabii ki, Urup Ali de, şapkasını kaldırıp kaçanın arkasından başlıyor ana avrat saydırmaya!... Urup Ali sövdükçe de esnaf gizliden gizliye bu durumdan neşesini bulmuş oluyor.
Öte yandan, Urup Ali'nin ortağı da çarşı esnafından pek geri kalası bir adam değil. Hatta fazlası var, eksiği yok! Mesela, mal almaya gittikleri memleketlerde, ortağı hakkında gerekli tüyoyu verecek bir adamı mutlaka arayıp buluyor! Tıpkı, bir defasında bizim de şahit olduğumuz gibi... Bunlar Osmaniye'den o gün 2 kamyon buğday almışlar. Kamyonun birine Urup Ali, diğerine de ortağı binecek ve arka arkaya düşüp Antebe gidecekler. Ortağı, iki arada bir derede, bir fırsatını bulup Urup Ali'nin bineceği kamyonun şoförüne diyor ki:
-"Oğlum bizim ortağın şapkasını kaldırabilirsen, Bahçe'deki petrolün orada yiyeceğin kebap benden olsun!..".
Kamyoncu da: "Sen hiç merak etme abi!.." diyerek kamyonuna biniyor ve yola koyuluyorlar. Tabi, Urup Ali'nin başına geleceklerden haberi yok!.. Tam Bahçe kazasındaki mola yerine yaklaşırken beraber Urup Ali'nin bulunduğu kamyonda beklenen kıyamet kopuyor!.. Kamyonlar petrole girer girmez Urup Ali'nin şapkasını kaldıran kamyoncu, kamyonundan aşağı atlıyor, peşinden de Urup Ali!.. Petrolün içinde biri kaçıyor, öteki söverek kovalıyor. Durumu hiç bilmezmiş gibi yapan Urup Ali'nin ortağı ise, "n'ooluyor yahu, durun hele!.." falan diyerek bunları güya aralamaya girişmiş oluyor! Tabi, demeye gerek yok; Urup Ali'nin boynun damarları öfkeden şişmiş, gözleri dönmüş bir vaziyette kamyoncuya hem sövüyor, hem de üstüne atılmak için hamle üstüne hamle yapıyor ama ortağı ve diğer kamyoncu araya girmiş, bunu frenliyor. Bu arada diğer kamyoncu da habire; "vallaha yanlışlığınan oldu emmi!.." deyip duruyor. Diyor amma söylediğine ne kendisi ne de Urup Ali inanıyor!.. Neyse, derken derken Urup Ali'nin öfkesi haliyle giderek iniyor... Ali emmim için artık bir rutin haline gelmiş bulunan o malûm hadise, böylece kim bilir kaçıncı kez, bir kere daha yaşanmış oluyor...
Bu girişten sonra gelelim asıl hikayemize:
Urup Ali'nin sağda solda yaşadıklarından ziyade, en çok da bu Zahireciler Çarşısı esnafının her gün kendisine yaşattığı hadise daha ağrına gidiyor olacak ki, bir gün çarşıya oğulları ile birlikte geliyor. Bunu gören esnaf ise tabiatı ile o gün kendisine yanaşmıyor. Vakit öğleye gelirken, dükkanında çocukları ile oturmaya devam eden Urub Ali'ye oğullarından biri:
-"Yahu baba, bak sabahtır beri burada bekliyoruz, sana kimsenin bir şey yaptığı ettiği yok, herhalde sen kendi kendine evham yapıyorsun!.." diyor.
Urup Ali ise çocuklarına:
-"Siz bunları bilmezsiniz, hele biraz daha bekleyin!.." cevabını veriyor.
Neyse, bir müddet daha bekledikten sonra, çocuklar bakıyor ki, ne gelen, ne giden, ne de babalarına bir şey diyen var.
İçlerinden biri:
"Baba bak, bunca saat bekledik, kimsenin sana öte get dediği yok, herkes işinde gücünde!.. Bırak da biz de kendi işimize gücümüze gidelim artık!.."
deyince, Urup Ali'de filim kopuyor, yerinden kalktığı gibi caddenin ortasına fırlıyor ve o meşhur Antep aksanı ile:
"Hadinsene, ne durusiiz arvadını s...lerim!.. Hadi yapinsene, hadi gelinsene!.."
diye başlıyor mu bar bar bağırmaya!..
Çocukları dükkandan telaşla çıkarak:
"Ne yapıyon baba!.. Heç kimsenin sana bir şey yaptığı yok, esas sen millete sövüp duruyon! Gözünü seveyim yapma böyle!.." diyor ve babalarının koluna girerek onu tekrar dükkanına sokmaya uğraşıyorlar ama ne çare!
Urup Ali ise mütemadiyen:
"Siz bu arvadını s...mi bilmessiiz!.."
deyip duruyor. Duruyor amma, ne o çocukların sabahtan akşama kadar babalarının başını bekleyecek kadar vakitleri, ne de o esnafın içinde, çocukları yanındayken babalarının şapkasını kaldırmaya kalkacak kadar akılsız olanı var ve neticeten Urup Ali de ne yapsın?!.. Her zaman yapana söven Urup Ali, bu defa da millete, 'niye bir şey yapmıyorsunuz' diye sövüyor!..
Evet, böylece bir hikayenin daha sonuna gelirken son sözümüz; Allah kimseyi bu milletin eline, diline böyle düşürmesin diyerek, bu güzel vatanın dört bir yanında yaşayan ve şartlar ne olursa olsun mizah yeteneğinden en ufak bir şey kaybetmeyen o güzel insanların ölmüşlerine rahmet, sağ olanlarına ise sağlık ve afiyetler dilemek olsun...
Hadi kalın sağlıcakla...
24 Mayıs 2011 Salı
Urup Ali
Gönderen
Hikayeci: Vecihi Batmaz
zaman:
05:46
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Etiketler:
Gaziantep Hikayeleri
0 yorum:
Yorum Gönder