27 Mayıs 2011 Cuma

Gâvur diye kime derler?

Efendim, çocukların dünyası malûm, bir gariptir. Kimi zaman öyle sorularına muhatap olursunuz ki, işin içinden nasıl çıkacağınızı bir türlü bilemezsiniz. Eminim ki, bu hususta her birimizin belleğinde, hatırladıkça gülümsediğimiz buna dair bir anı, mutlaka ki vardır. Bugünkü mevzumuz da, işte böyle bir durumun hayli ilginç bir örneğini temsil eden ve sizlerin de ilginç bulacağınızı umduğum bir hikaye... Öyle ise, sözü uzatmaya ne gerek, hadi başlayalım hikayemizi anlatmaya!..

Hikayenin kahramanı, o yıllarda (1964) dört yaşında olan Nihat Sezgin amcamızın büyük oğlu Hüsnü abimiz. Güzel bir bahar günü, babası ile el ele çarşı gezintisine çıkarılan Hüsnü abinin, o günlerde kafasına takılmış bir mesele var. Sağdan soldan duyduğu, fakat kafasında bir türlü bir şekle oturtamadığı bir lâf ! O lâfın adı da  'Gâvur'!.. Fakat, yine de hakkını yemeyelim, en azından  şu kadarını çözmüş ki, "gâvur" denen şey her ne ise, çiçek, böcek, ot, çöp değil, insan oğlunun bir cinsine verilen ad! Lâkin, ona "gâvur" dendiğine göre de, bunun bilinen adam türünden illâ ki daha farklı bazı hususiyetleri olmalı, olmalı amma ne?!..

24 Mayıs 2011 Salı

Urup Ali

Sene, 1970'lerin başı, Osmaniye o zamanlar tam anlamıyla bir çiftçi memleketi... Buğdayı, pamuğu ile meşhur ve bu sebepten, muhtelif memleketlerdeki un fabrikalarına buğday temin eden tüccarların çokça gelip gittiği bir yer. İşte bu tüccarlardan biri de, bu günkü hikayemize konu olan Gazi Antepli Urub'ali (Urup Ali). Urup Ali, yaşı seksenlere dayanmış, uzun boylu, ayağında şalvarı, başında kasketi ile özüne sözüne güvenilir, bugünlerde artık aslına nesline pek rastlanmayan eski tipten bir tüccar... (Bizim buralarda "urup" "çeyrek" manasına kullanılır amma Ali efendiye niye "urup" demişler, orasını   bilemiyorum...)

Urup Ali'nin bir de kendi yaşdaşı ve adaşı olan bir ortağı var. Bunların ikisi de gençliklerinden bu yana Gaziantep'in Zahireciler Çarşısı'nda ortaklaşa iş yapan iki arkadaş. Yalnız, bu Urup Ali'nin bir takıntısı var. Biri buna arkadan yaklaşıp şapkasını kaldırdığında tam anlamıyla zıvanadan çıkıyor ve o ciddi, ağır akıllı tüccar Ali gidiyor, yerine ağıza alınmayacak küfürleri ardı ardına sıralayan kavgacı, döğüşçü bir adam geliyor. Ee, tabi şimdikiler ne kadar bilir, onu bilmem amma birinin şapkasını kaldırmak demek, o adama "gavat, pe..venk" demekle eşdeğer bir şey. Şimdi, onun bu hallerini bilen başta ortağı olmak üzere bütün bir zahireci esnafı, Urup Ali daha çarşıya girer girmez mutlaka içlerinden birini gönderip Urup Ali'nin kasketini arkadan öne ittirtip kaldırtıyor! Tabii ki, Urup Ali de, şapkasını kaldırıp kaçanın arkasından başlıyor ana avrat saydırmaya!... Urup Ali sövdükçe de esnaf gizliden gizliye bu durumdan neşesini bulmuş oluyor.

15 Mayıs 2011 Pazar

"İnnâ ateyna senin..."

Efendim, mevzuu çok çetrefilli ve yanlış anlaşılmaya da çok müsait olduğundan, nereden ve nasıl başlayacağımızı doğrusu pek kestiremiyoruz ama gene de ("her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır" özdeyişi ile mütenasip olmak üzere), diğer her konuda olduğu gibi;  müslümanlığımızı da, çoğu zaman "nev'i şahsına münhasır" bir şekilde yaşadığımızı söyleyerek söze bir tarafından başlamış olalım. Ve bugün, bu duruma ilginç bir örnek teşkil etmesi bakımından aşağıdaki yaşanmış vakayı size hikaye etmeye çalışalım.


Şimdi hemen hepimiz biliriz ki, camilere devam eden cemaatlerimizin ekserisi, yaşını başını almış büyüklerimizden müteşekkildir. Bu durumun en çok farkında olması gerekenler ise imamlarımız olmalıdır. Zira, yaşı ilerleyen her erkeğin "prostatı" ile mutlaka bir meselesi vardır ve bu sebeple de abdestlerini öyle uzun boylu bozulmadan muhafaza edemezler. Bu durumu çoğu kez göz ardı eden kimi genç imam kardeşlerimiz, farkında olmadan cami cemaatlerimizi zor durumda bırakabilmektedirler. Dileğimiz odur ki, hiç olmazsa bundan sonrasında aşağıdakine benzer bir vaka bir daha yaşanmasın.