Yalnız şunu da bilmeli ki, aynı zamanda, İzmir Mevlevihanesinde yetişmiş bir Mevlevidir de o.
Merhum işte yine bir gün, sırtında ney torbası ile meyhanenin birine dalmış, müsait bulduğu bir yere çökmüş, etrafı seyrediyor.
Bir de bakıyor ki, yan masalardan birinde iki kişi hem içiyor, hem de dini meselelere dair konulara yorumlar getiriyorlar.
(Pek çoğumuz hem ummayız, hem bilmeyiz ama dini meselelerin en çok tartışıldığı mekânların başında meyhanelerin ön sıralarda yer aldığı araştırmalarla sabittir. Neyse, devam edelim…)
Neyzen bunlara bir müddet kulak kesiliyor ve sonra da konuya müdahil olma gereği duyarak ve “şimdi söz bende” dercesine elini kaldırarak:
-“Orada durun bakalım! Deminden beri sizi dinliyorum, fakat yanlış şeyler konuşuyorsunuz. Demin dediğiniz meselenin aslı o değil, budur. Filanca zatın o sözü söylemesindeki hikmet şudur. O şöyledir, bu böyledir”
diyor ve konulara öyle yerlerinden giriyor, öyle yerlerinden çıkıyor ki, sadece muhatapların değil, ister istemez konuya kulak misafiri olan diğerler dinleyicilerin de hayranlıktan ağızları açık kalıyor!