Bugünkü hikayemiz, eski bir kitaptan(*) derlenmiş ilginç bir tarihi hikaye. Hadise, III. Murat zamanında geçiyor ve ilginçliği de az sonra da anlatacağımız üzere Nasrettin Hoca ile olan bağlantısından geliyor. Şimdi geçelim hikayeyi anlatmaya:
Üçüncü Murat devrinde Akşehir'den İstanbul'a gelen bir adam, meşhur Nasreddin Hocanın torunlarından olduğundan bahisle, dedesinden kalan bazı mülklerin başkalarınca gasp edilmiş olduğunu ileri sürerek, hakkının iadesi için hükümete müracaatta bulunuyor.
İlgililer meseleyi araştırınca, adamın dediğinin doğru olduğunu ve hakikaten Nasreddin Hocadan kalan kimi mülklerin bazı kimseler tarafından haksız olarak kendi adlarına geçirilmiş olduğunu öğreniyorlar. Fakat esas mesele de bundan sonra başlıyor. Zira, hocanın soyundan olduğunu ileri süren bu kişi, acaba hakikaten onun soyundan mıdır? İşte şimdi de bu iş için uğraşılıyor, yazışmalar, çizişmeler devam ediyor; Hocanın torunuyum diyen adam da sık sık hükûmet kapısına gidip geliyor.
Bir gün yine işini takip için ilgili daireye gelen adamcağız, yukarı çıkmadan önce, hayvanını bağlayacak bir yer arıyor; koca avluda hiç bir tarafı gözü kesmemiş olmalı ki, katırının ipini bir kenarda duran kocaman bir kösün yan kulpuna bağlıyor. Kösler ise pek iri davullardır; bunlarla sabahları ve akşamları "nöbet" denilen mehter havaları çalınır.