22 Ağustos 2011 Pazartesi

Asıl "tecdid-i iman" etmesi gereken kim?

Efendim, "Tecdid-i İman" meselesi müslümanlar için önemli bir meseledir ve "iman tazelemek" manasına gelir. İmanını tehlikeye düşürecek kadar büyük bir günah işlediğini düşünen ve bundan nedamet duyan bir müslüman, "tecdid-i iman" yoluna başvurarak tövbe etmeli ve imanını yenilemelidir. "İyi de, şimdi bu da nereden çıktı" derseniz, işte bugün de bu mesele ile ilgili eski bir hikaye hatırıma geldi de, onu anlatayım dedim.

Burayı takip edenler bilir, daha önce de değinmiştik; biz Türklerin müslümanlık anlayışına uzun zamandır bir haller olmuş olmalı ki, helalle haramı, günahla sevabı birbirinden ayırmakta bile çoğu zaman ihtilafa düştüğümüz gibi, güzel dinimizi siyasetimiz içine dahil etmekten de kendimizi bir türlü alamıyoruz.

Bize bu sözleri ettiren ve hikayemize mevzu teşkil eden hadise ise şu:

Malum, o zamanlar, 1915 yılında vuku bulan Çanakkale muharebelerimiz için yurdun dört bir yanından vatan evlatları celbedilip Çanakkale cephesine sevk edilmekte. Bunlar içinde de bizim Osmaniye'nin Çardak köyünden iki arkadaş da var ve bunlar da diğerleri ile beraber bir trene bindirilerek cepheye sevk ediliyorlar. Fakat bu iki arkadaştan biri çok huzursuz, ha bire öteyi beriyi kontrol ediyor, sanki kafasında bir şeyler kuruyor... Derken, çok geçmeden de mesele anlaşılıyor. Meğer bu bizimki, trenden atlayıp da kaçma planları yapar imiş!.. Yanına belki yoldaş olur diye de bu fikrini arkadaşına açıyor:


-"Ben hava garakınca (kararınca) trenden atlayıp, tren yolunu takip ede ede geri köye döneceem, gelirsen sen de gel..."

Arkadaşı bunu duyunca hiddetlenip:

"Harpten gaçılır mı heç ulan oğlum, aklını mı yitirdin sen!.."

dese de, öteki dinlemiyor ve Pozantı civarında trenden atlayıp, kaçıp gidiyor.

* * *

Ne ise, gel zaman, git zaman, harp bitiyor. Allah nasip ediyor, öteki de cepheden sağ salim köyüne dönüyor. Amma kendisini ve cepheyi bırakıp da kaçmış olan arkadaşına ne kadar kırgın ve kızgın da olsa, gene de mertlik edip, köylüsüne bunun askerden kaçtığını söylemiyor. Aradan yine yıllar geçiyor, cumhuriyet kuruluyor, bunlar yaşlanıyor. Bu arada memleket çok partili rejime geçiyor. Bu iki arkadaştan harp kaçkını olanı Demokrat partili oluyor, öteki de ben Mustafa Kemal'in partisini bırakmam diyerek CHP'de kalıyor. Fakat bu arada belirtelim ki, bunların ikisi de abdestli namazlı adamlar ve her vakit köy camisinde namazlarını beraber kılıyorlar. Fakat işin içine bir kere siyasi rekabet girmiş bulunduğu için, bu bizim Demokrat Partili olan, bütün CHP'lileri dinsizlikle suçladığı gibi kendi arkadaşı için de sağda solda:

-"Boşuna camiye gelip de namaz kılmasın!.. CHP'ye oy verdiği için onun önce "tecdid-i iman" etmesi lazımdır!.."

tarzında laflar etmeye başlıyor. Arkadaşı, onun bu laflarını uzun bir müddet duymazdan gelse de, bu iki parti arasındaki çekişmenin dozu arttıkça, bu bizimkinin de muhalif partideki arkadaşının "imanı" hakkında söylediği sözlerin dozu da otomatikman artıyor! Derken derken, Ramazan bayramı geliyor. Millet, bayram namazını kılmak üzere köyün camiinde toplanıyor. Bu DP'li arkadaş da yanındaki yönündekine habire; bayram namaza gelmiş olan o CHP'li eski arkadaşını göstererek, onu; "tecdid-i iman" etmediği halde hala camiye gelmekle itham edip duruyor. Onun bu lafları da tabiatı ile ötekinin kulağına gidiyor. Bir-iki derken, bayram namazı bitiyor ve cemaat dağılmaya başlıyor. Bu bizimki ise, hala dönüp dönüp arkadaşına bakarak, sağındaki solundaki ile onun hakkında dedikodu yapmaya devam ediyor. Fakat, tam bu esnada, hakkında dedikodu yapmakta olduğu arkadaşının yıldırım gibi üstüne geldiğini görüyor. Görmesi ile beraber suratına yumruğu yemesi de bir oluyor. Eski arkadaşı, "yen mi, yemen mi" diyerek bunu eline alıp, buna iyi bir dayak çekerken, bir taraftan da bağırıyor:

-"Ulan p.z.v.k, şimdiye kadar ses etmediyidim! Şimdi söyle bakayım: Harpten kaçanın mı "tecdid-i iman" etmesi gerek, yoksa CHP'ye oy verenin mi? Hadi söyle bakayım!.."


......................?!!!


0 yorum:

Yorum Gönder