8 Nisan 2012 Pazar

Devlerin Aşkı


İşin doğrusu, yazlık sinemaları unutalı çok zaman oldu. 50'li yıllardan hemen hemen 70'li yılların sonuna kadar güzel Anadolu'muzun bir çok şehir ve kasabasında bulunan tahta sandalyeli o güzelim yazlık sinemalardan şimdi ne yazık ki artık eser yok!

Giderek bir yaşam biçimi haline gelen ve hayatımızın bir parçası olan o yazlık sinemalar, o yılları yaşamış olanların hafızalarında; sadece bir sinema olarak değil, büfelerinde satılan şehir gazozlarından leblebi-çekirdeğe, cadde, sokak ve mahallelerde gündüzden gezdirileren tahta filim kartelaları ve kartelacıları ile de şüphesiz ki, çok güzel anılar bırakmıştır. Hele çocuklar ve kadınların eşleri ve babaları tarafından "akşam sinemaya götürülmeleri", o günü başlı başına özel bir gün yapmaya yeter de artardı bile!.. Ha, bir de arada bazen öyle filimler gelirdi ki, sadece şehir ve kasabalardan değil köylerden bile insanlar gürem gürem bu filimi seyretmeye gelirlerdi. Öyle ki, sinemaya giden yollardaki o kalabalıkları bugün bir gören olsa, onları ya maça, ya da parti mitingine gidiyorlar zanneder!


Bu minvalde mevzuuya devam edecek olursak, Amerikan sinemasının genç yaşında kaybettiği ünlü aktörü James Dean'ın 1956 yılında Elizabeth Taylor'la birlikte çevirdiği ve adını bugün bile "unutulmaz filmler" listesinde muhafaza eden bir filim vardır: "Devlerin Aşkı". Filimin orijinal adı "Giant", yani "Dev". Lâkin filim Türkiye'ye gelince adını "Devlerin Aşkı" olmuş. Eh, ne de olsa işin temeli ticarete dayandığına göre, filmi getirenler de adını ona göre koyacaklar!..

Uzatmayalım, işte dünya çapında ün yapan bu film, nihayet gün geliyor Osmaniye'ye de geliyor. Filmin afişleri, kartelacılar tarafından daha film gelmeden günler öncesinden çarşıda pazarda dolaştırıldığından, millet bu filmin gelmesini dört gözle bekler oluyor... Film, gösterime girdiğinde ise, yukarıda da bahsettiğimiz gibi, traktör römorklarına doldurulmuş kadın, kız ve çocuklar gürem gürem Osmaniye'ye daha gündüzden taşınmaya başlıyor.

Şimdi, öyle bir şey ki; milletin aklındaki şu: Film, erkek ve dişi, iki dev arasında yaşananan "dev gibi" bir aşkı anlatıyor olmalı!.. O yıllar, bizim millet, yerli filmlerin yanı sıra, zaman zaman gelen Hint aşk filmlerinden de aşina olduğu üzere, "saf ve temiz bir aşkın" nasıl yaşandığını iyi kötü biliyor. "Dev" dediğinin de; "bir dudağı yerde, bir dudağı gökte" bir azman olduğunu, eski hikayelerden zaten duya duya büyümüş. Orada da bir sorun yok. Lâkin, bugüne kadar bu devlerin aşk hayatlarına dair kendilerine en ufak bir malûmat ulaşmamış!.. İşte, bu film sayesinde nihayet bu konuda da bir malûmat sahibi olabilecekler!.. Filme olan ilgi ve heyecan da asıl işte buradan geliyor.

Her ne ise, film başlıyor. Millet, adeta nefesini tutmuş bekliyor. Üç-beş dakka geçiyor, henüz ortada dev-mev yok!.. Tabii; "film icabıdır, devler hemen ortaya çıkmaz!.." denilerek bir müddet daha bekleniyor. Lâkin, zaman geçtikçe "dev görme ümidi" giderek azalsa da, büsbütün kaybolmuyor ve her an bir sürpriz bekleniyor. Ne zaman ki, film bitiyor, beyaz perdede artık yazılar geçmeye başlıyor, işte o zaman anlıyorlar ki, dev-mev yok!..

Büyük bir hâyâl kırıklığı içinde sinema dağılıyor, izleyiciler yeniden yollara dökülüyor. Şalvarlı, göbekli, ayakları terlikli  iki teyze, terkliklerini şipirdete şipirdete hem yürüyor, hem de kendi aralarında dertleşiyorlar:

-"Kele anam, ne dev varıdı, ne bişe!.. Gandırdılar bizi!.."

* * *

Valla, ben de; "gandırmışlar sizi dezzelerim!.." demekten kendimi alamıyorum.

Hadi, bir sonraki hikayeye kadar kalın sağlıcakla!...


...





0 yorum:

Yorum Gönder