26 Şubat 2012 Pazar

Gemici Mustafa


Hatırlarsanız, daha önce "Aferim ulan Memmet!.." adlı hikayemizde adı geçen bir "Gemici Mustafa" vardı ve bir müsait zamanda ondan size bahsedeceğimize söz vermiştik. İşte, lafı uzatmadan bugün o gündür diyelim ve bu ilginç adamı size tanıtmaya başlayalım.

Efendim, ben bu Gemici Mustafa'yı tanıdığmda yaşı neredeyse 90'a varmıştı ama hikayeleri ile kendisinden çok daha evvel tanışmıştım. Gençliğinde oldukça yakışıklı ve babayiğit bir adam olduğunu tahmin etmenin zor olmadığı bu enteresan adam, aslen Çanakkale/Ayvacıklı idi ve İstanbul'da kimbilir kaçıncı askerliğini yaparken, aynı yerde askerlik yapan Rıza Sezgin amcamızla tanışmış ve "Hacı hacıyı bulur Mekke'de, deli deliyi bulur tekkede!.." dedikleri hesap, bu iki deli-dolu adam da askerlikte karşılaşmışlar, kafaları da birbirini tutmuş ki, arkadaş olmuşlardı.

"Kimbilir kaçıncı askerliği..." derken de şunu demek istedim ki, bu Gemici o kadar kadar vukuat sahibi bir adam ki, her defasında bir vukuatla askerliğini yakmış ve 16 seneyi aşkın süren askerliği ile kendi alanında bir rekora adeta imza atmıştır. Hafta sonlarında "evci çıkmak" için her gittiği yerde evlenen Gemici Mustafa'nın bu sebepten tanıdığı-tanımadığı çok sayıda çocuğu olduğu tahmin ediliyor. Zira, onu tanıdığım 1981 yılının Mayıs ayında Osmaniye'nin meşhur Çınarlı Kahve'sinde oturmuş çay içerken, Osmaniye'nin yabancısı olduğu her halinden belli olan 30'lu yaşlarında genç bir adam masaya yaklaşarak Gemici Mustafa'yı aradığını söyleyince, Gemici, oturduğu sandalyede şöyle bir kıpırdanıp-ne olur, ne olmaz babında-elini beline yavaşça götürürken; "n'apacan sen Gemici Mustafa'yı ki?.." demişti. Bunun üzerine de adam, Mersin'den geldiğini ve Gemici'nin kendisinin babası olduğunu ve onun Osmaniye'de olduğunu duyup onu aramaya geldiğini söyleyince Gemici rahatlayıp gevşemiş ve gözlerini kısıp, karşısında duran adama dikkatle bakarak:


-"Senin anan kim idi oğlum?"

demek ihtiyacını duymuştu. Bunu üzerine de adamın; Silifke'nin falan yerinden falancanın kızı falanca demesi ile Gemici heyecanla ayağa fırlayıp oğlunun boynuna sarılmış ve bir sandalye çekip onu yanına oturtarak onunla uzun uzun konuşmuştu.

* * *
Gemici Mustafa hakkında iyi-kötü bir kanaat sahibi olmayı sağlayacağına inandığımız bu girişten sonra, onun askerliğini uzatan hadiselerden sonuncusunu anlatarak bugünkü hikayemizi tamamlayalım:

Gemici, gene bir vukuatı sonucu aldığı cezayı çekmiş ve bulunduğu birlikten alınarak Trakya'nın bir yerlerinde bulunan başka bir birliğe sevk edilmiş. Orada da her gittiği yerde yaptığı üzere boş durmamış ve nereden bulduysa bulup tanıştığı dul bir kadınla, ne edip edip arayı yapmış ve imam nikahını kıyıp kadınla evlenmiş. Evlilik dolayısı ile değil ama kadının tanıdıklığı ve adres vermesi Gemici'nin hafta sonları "evci" çıkması için gerekli izni almasına yetmiş.

İşin bir de şu tarafı var ki, yıllanmış bir asker olması ve vukuatları sebebi ile Gemici, hangi birliğe sevk olunsa orada gözler üzerine çevrilmekte. Bu son yaptığı evlilik ve o sayede "evci" çıkması da tabii ki göze batıyor ve diğer kimi askerler arasında husumete sebep oluyor. Hatta, "yeni bir gelişme", Gemiciye duyulan bu husumet ve kıskançlığın daha da artmasına sebep oluyor ki, o da şu:

Gemici'nin evli olduğu o dul kadının Bulgaristan'da bir kızı varmış ve kız da o günlerde çıkıp anasının yanına gelmiş. Kızdaki güzelliği görünce de Gemici'nin aklı başından gitmiş!.. Gemici, bakmış olmuyor, evli olduğu kadını bir köşeye çekip gönlünün kızına kaydığını ve kendisini bu sebepten kocalıktan affetmesini istemiş. Kimbilir nasıl bir dil döktü ise kadın da buna rıza göstermiş ve bu defa Gemici anasını bırakıp kızı ile nikahlanmış ve böylece üçü beraber aynı evde yaşamaya başlamışlar.

İşte, bu haber de kısa zamanda Gemici'nin bölüğünde yayılmış ve kimi askerler arasında Gemici'ye duyulan husumet had safhaya ulaşmış. Bu husumet dolayısı ile Gemici'ye hasım olanların başında ise iri-yarı bir Kürt İnzibat onbaşısı geliyormuş. "Ben bilmem merkez bilir!.." demeleri ile ün yapan ve bu sebepten inzibat vazifesi için en çok tercih edilen Kürtlerden bir olan bu arkadaş, Gemici'nin kafasını ne zaman görse:

-"Bu ne iş oğlum Gemici, biz bir tanesini bulamazken sen hem anasını, hem kızını..." 

mealinde sözlerle ona sataşıp duruyormuş. Askerliğini bu defa sağ-salim bitirmek azminde olan gemici ise bu sataşmalara tahammül gösteriyor ve duymazlıktan gelmeyi daha çok tercih ediyormuş.

Ne ise, günler bu minval üzerine geçip giderken, karlı bir kış günü Gemici yine evci çıkmış ve akşam kendisi için hazırlanmış yer sofrasına kurulup, sıcacık odasında keyifle rakının gözüne gözüne vurmaya başlamış. Her iki hanım da etrafında buna hizmet için dönüp durmakta imiş. Fakat gecenin ilerleyen saatlerinde evin kapısını değil çalmak, adeta yumruklayan bir ses bütün tatlarını kaçırmış. Kız korkuyla kalkıp kapıyı açmaya gittiğinde, Gemici de odanın köşesinde, yer minderine oturmuş vaziyette rakı içmeye devam ediyormuş. Kapı açılır açılmaz bu bizim Kürt inzibat zilzurna bir vaziyette ve elinde koca bir kasatura ile; "nerde ulan bu s...min Gemicisi!.." diyerek birden içeri dalmasın mı!..

Ne oluyoruz demeye kalmadan, köşede oturan Gemici'yi görerek ona doğru hamle eden bu inzibat, başlamış elindeki kasaturayı Gemici'ye indirip kaldırmaya!.. Ayağa bile kalkmaya fırsat bulamayan Gemici ise arkasındaki köşe yastığını zor yetiştirmiş ve elindeki bu yastıkla kendini kasatura darbelerinden korumaya çalışmakta. Kasatura ise yastığı delip delip geçmekte ve Gemici'nin yastık tutan elini kanlar içinde bırakmakta! Fakat, tam bu anda, şaşkınlıktan dili tutulan kız nasılsa toparlanmış ve hemen önünde, elindeki kasatura ile Gemici'yi delik deşik etmeye uğraşan inzibatın ayaklarından çekivererek onu yere düşürmeyi başarmış! Bunu fırsat bilen Gemici de ayağa kalkarak kasaturayı inzibatın elinden alıp, bu defa da kendisi kasaturayı inzibata vurmaya başlamış!.. Kaç defa vurduğunu kendisi de hatırlamıyor ama "öldü" diye bırakıp, derhal evi terketmiş ve kaçıp kayıplara karışmış!..

Aradan epey bir müddet geçtikten sonra ise bir taraflarda Jandarmalarca kıstırılıp yakalanan Gemici, orada öğreniyor ki, o inzibat ağır yaralanmış ama ölmemiş. Sevk edildiği mahkeme de, geçmişteki vukuatları da dikkate alarak buna okkalı bir ceza kesip, cezasını çekmek üzere bunu jandarmalar eşliğinde Diyarbakır/Silvan cezaevine gönderilmesine karar vermiş.


"Azılı bir mahkum" olması sebebi ile de el ve ayaklarına prangalar vurulan Gemici'nin ve el ve ayakları arasındaki bu prangaların da kalın bir zincirle ayrıca birbirine bağlanması gerekli görülmüş. Bu vaziyette Silvan yakınlarında trenden indirilerek kalan yolu yaya olarak yürütmek üzere jandarmaların aralarına aldıkları Gemici, bir taraftan yürürken, bir taraftan da gideceği cezaevini merak edip durmakta. Bu esnada tırmanmakta oldukları bir tepenin başına geldiklerinde, ileride bir yerlerde bir kasaba ve hemen berisinde de neredeyse kasabanın iki misli büyüklüğünde bir mezarlık derhal göze çarpıyor. Gördüğü bu manzarada kendince bir acayiplik sezen Gemici, Jandarmalara dönerek:

-"Şu karşıdaki yer Silvan mı?" diye soruyor.

Jandarmalardan biri de: "He, orası Silvan!.." deyince,  Gemici bu defa da şehirden çok daha büyük görünen mezarlığı işaret ederek:

-"Peki, bu mezarlık nerenin mezarlığı?!.." diye sormaktan kendini alamıyor.

-"Orası da Silvan'ın mezarlığı işte!.." cevabını alması ile morali iyice bozulan Gemici, içinden şöyle geçiriyor:

-"Oğlum Gemici, şayet buradan da sağ çıkarsan, artık bundan sonrasında sana havada karada ölüm yok!.."

* * *

Neticede, Silvan Cezaevi'nde de Gemici'nin işleri rast gidiyor. O sırada orada subay olarak görev yapan Osmaniyeli Tahir Ersoy ile karşılaşıyor ve onun Osmaniyeli olduğunu öğrenince de Rıza Sezgin'in adını veriyor ve bu vesile ile biraz rahat ediyor. Bilahare de cezasını tamamlayıp kapağı Osmaniye'ye, asker arkadaşı Rıza Sezgin'in yanına atıyor.

* * *

Merhumun çok ilginç bir kaç hikayesi daha var, kısmet olursa onları da önümüzdeki günlerde bir fırsat olursa anlatırız inşallah...

Hadi, bugünlük hoşçakalın!..




















0 yorum:

Yorum Gönder