16 Aralık 2011 Cuma

"Ben o 500 Bini verdikten sonra..."


(+18 yaş ve üzeri olan okuyucular lütfen!)

Yalan yok; tembellik ettik,  (Kör) Şükrü abimizin hikayelerini anlatmaya epey bir zamandır ara verdik. Öyleyse, bugünümüzü ona ayırarak onun başından geçen bir vakayı daha anlatıp, hiç olmazsa onu da kayda geçirmiş olalım.

Şimdi bu Şükrü abimiz çok yönlü bir adam olduğundan ve elinden gelmeyecek hiç bir iş olmadığından (ve tabii ki, mevzuubahs olan "ekmek parası" olduğu için), eskilerin dediği üzere; "teşebbüs-ü şahsi" dairesinde, tavukçuluktan filim yapımcılığına kadar, hemen hemen girmediği iş, başvurmadığı bir yol kalmamış gibidir. Rızk peşinde koşmakla geçirdiği meşakkatli yıllar boyunca, bir müddet "buğday tüccarlığı" yapmışlığı da vardır. Aslında şimdiki anlatacağımız hikayesinin buraya kadar anlattıklarımızla doğrudan bir ilgisi yok. Tek ilgisi, "buğday tüccarı" iken "tahsilatta yaşanan bir sorun için" ortağı Kurtuluş bey ile yaptığı Ankara seyahati ve bu seyahatinde başına gelenler... Bunları belirttikten sonra geçelim hikayeyi anlatmaya:

Efendim, yorucu ve stresli geçen bir iş gününü tamamlayan Şükrü abi, ortağından kendisini akşamlayacağı güzel bir yere götürmesini istiyor. Bunun üzerine çıkıyorlar Çankaya sırtlarına, oturuyorlar bir bara. Günün stresini kafasından bir an önce atmaya çalışan Şükrü abim, başlıyor kadehleri ardı ardına devirmeye!.. Aynı zamanda müzmin de bir bekâr olduğundan, kafayı bulunca sıra ister istemez geliyor uçkur meselesine... Ankara'yı bilen ise ortağı ve ayrıca da, boylu boslu, yakışıklı ve bu bezlerde çok tarak eskitmiş bir adam. Dolayısı ile iş ona düşecek. Şükrü abimin ise meseleyi bir şekilde açması ve "derdine" deva bulması gerekiyor. Ama Şükrü abi bu, öyle alttan alıp meseleyi suhuletle çözmekten hazzetmez. Onun stili başkadır. Diyor ki ortağına:


-"Ulan kitapsızlık etme, beni buralara kadar getirdin, yedirdin içirdin. Ben bu gece yalınız yatmam olum! Ne yapıyosan yap, beni daha fazla konuşturma, buraları sen biliyon!"

Şu ha, bu ha derken, ortağı:

-"Gel öyleyse abi!.." 

diyor ve bunu kolundan tutup dışarı çıkarıyor, karşı kaldırımda, allanıp pullanarak, lüks bir otelin yan tarafında tezgâh açmış üç beş "zenaat erbabı"na doğru bunu alıp götürüyor. Abime de haliyle, bunların içinden en alımlısını seçmek düşüyor! O da öyle yapıp, içlerinden en boylu boslusuna talip oluyor ve nihayetinde ortağı abimi "kadın"ın arabasına bindirip selametliyor. İşin esas kısmı da işte asıl bundan sonra başlıyor. Şükrü abimin gözü zaten dönmüş, eve kadar gitmeyi bekleyecek sabrı yok!.. Kırmızı elbiseler içinde araba kullanan "profesyonel vatandaş"ın araba kullanmasına aldırmadan, başlıyor onun şurasına burasına kırmızı görmüş boğalar gibi hamleler yapmaya!.. Fakat, o da ne?!.. Bu işte bir terslik var?!.. Terslik şu ki, bu "profesyonel vatandaş" kadın değil, hani o "travesti" dediklerinden!..Şükrü abim anlıyor ki, apaçık oyuna gelmiş!.. Okkalı bir küfür savurup:

-"Çek lan sağa!.." diyor.

"Vatandaş" ise, anlaşılıyor ki çetin ceviz, anında çekiyor sağa!.. Ve diyor ki:

-"Bak koçum! İstersin, istemezsin, o senin bileceğin iş ama ben 500 binimi isterim! Paramı vermeden de bir yerden bir yere adım atamazsın!.."

İçinden içinden, başına bu işleri açan ortağına zaten sövüp durmakta olan Şükrü abi, "500 bin" lafını duyunca daha da bir çıldırıyor!.. Hem bu "vatandaşın" tehdidine pabuç bırakmamak, hem de ortağına olan öfkesini çıkarmak için buna dönüyor:

-"Ulan ben o 500 bini verdikten sonra, hani o, seninle konuşup da beni buraya bindiren o "sakallı" vardı ya, işte ben o i.neyi s...dim!.. O, bu işlere hem senden daha müsait, hem de senden daha boylu poslu!.."

* * *

Hikayenin gerisi ise şöyle:

Şükrü abinin bu lâfı üzerine herif "şak" diye sustalı bıçağını çekiyor!.. Şükrü abi önde, adam topuklu ayakkabıları ve elinde bıçağı ile Şükrü abinin arkasında, başlıyorlar yokuş yukarı bir kovalamacaya!.. Şükrü abi ise can derdine düşmüşbir vaziyette, kaçarken fırsat buldukça yere eğilip Çankaya kaldırımlarında atacak "taş" aramakta!..

Neyse ki, ortağı ve yanındaki Ankaralı arkadaşı, olacakları az çok tahmin ettiklerinden, bunları arkalarından takip ederlermiş de, onların duruma vaziyet etmeleri ile Şükrü abi ancak böylece kazasız belasız paçayı kurtarabilmiş...




0 yorum:

Yorum Gönder