11 Mayıs 2012 Cuma

"Fık" desin indireceez!..

Şimdi ölü mü sağ mı, bilemiyorum. Ölmüş ise Allah rahmet eylesin, sağ ise Allah sağlık, sıhhat versin. Sağ ise de şimdi yaşı bir hayli ilerlemiştir. "Kimden bahsediyorsun yahu!.." diyorsanız, bahsettiğim adam Ayhan abidir. Soyadını hatırlayamadım ama; Osmaniyeli olupta yaşı 50'nin üzerinde olanlar "Postahaneci Ayhan" adını duyarlarsa, onu mutlaka ve derhal hatırlarlar.

Niye "postacı" değil de "postaneci" (postahaneci) derlerdi diyorsanız, onun da cevabı şudur: Bilhassa yayla vakti gelipte, PTT, Zorkun'a sezonluk şubesini açtığında oraya Ayhan abiyi gönderirdi. Abim de orada tek başına, hem tahsilat, hem posta işleri, hem de santralcılık işlerini görürdü. Santralcılık deyince, telefon görüşmesi yapmak için şubeye gelenlerin yanı sıra, bir de evlere çekili manyetolu telefonlardan arayanları, önündeki santral kutusunda bulunan fişleri bir yerden çekip, bir yere sokarak birbirine bağlardı. Kumral, babayiğit, alabros kesilmiş saçı, siyah kemik çerçeveli gözlüğü ve kulağının arkasına taktığı kısa kurşun kalemi ile, biraz da yabancılara, bilhassa Almanlara benzerdi. Görevini son derece ciddiye alan bu adam, aynı zamanda düz mantıklı, sade bir adamdı. Her ne ise, asıl anlatmak istediğimiz şey, işte bu Ayhan abinin o düz mantığını anlatan küçük bir hikayedir. Şöyle ki:


Eskiden, şehirler ve kasabalar arasında çalışan minibüsler, istek olduğu takdirde-ekstra bir ücret talep etmeksizin-yolcuları evlerinden de alırlardı. İşte bir gün, Ayhan abinin evinde Adana'dan misafirleri varmış. Bir kaç gün kalan misafirler, yeniden Adana'ya dönmek isteyince, Ayhan abi: "Durun, garaja bir telefon edeyim, gelip sizi evden alsınlar.." demiş. Bu arada vakit de öğleye yaklaşıyormuş. Ayhan abinin de hesabı, minibüs dolupta oraya gelene kadar misafirlerine son bir öğle yemeği ikram edip, onları öyle yolcu etmekmiş. Lâkin, minibüs beklenenden daha çabuk dolunca işler karışmış!..

Minibüs gelip kapıya dayandığında, yemek daha ocaktan inmemiş, halen pişmekte imiş. Şoför, gelen giden olmadığını görünce, geldiğini haber vermek için bir iki defa kornaya basmış. Ayhan abi de telaşla mutfağa koşmuş. Tencerenin kapağını kaldırıp, yemeğin pişip pişmediğini kontrol etmiş. Lâkin, işe bak ki, yemek hâlâ pişmemiş!

Misafirler: "Ayhan abi, yemiş gibi olduk, başka sefere inşallah!.." deseler de, Ayhan abi bunları bırakmıyor: "Olur mu öyle şey yahu, azıcık beklesin. Yeyin öyle gidin!.."  diyor, başka bir şey demiyormuş. Derken minibüscü, korna sıklığını artırmış. Her kornada, Ayhan abi telaşla mutfağa seyirtiyor ve tencerenin kapağını kaldırıyor ama yemek bir türlü pişmek bilmiyormuş. Hülâsa, iş bir nevi iddiaya binmiş!.. Ardı ardına çalan kornalar, ortamı fena halde germeye başlayınca Ayhan abi dayanamayıp tek katlı, bahçeli evinin balkonuna öfke ile çıkmış ve minibüscüye bağırmaya başlamış:

-"Ne basıp duruyon kornaya oğlum, duyduk işte!.. Ocağa yemek koyduyduk, fık desin indireceez!.."

* * *

Yemeğin ne zaman "fık" dediği konusunda bir bilgim maalesef yok ama şuna eminim ki, Ayhan abi o yemeğe "fık" dedirtmeden, misafirlerini göndermemiştir!..

0 yorum:

Yorum Gönder