20 Nisan 2011 Çarşamba

Derviş At

Efendim, dünya meşgalelerinin bizi bir hayli meşgul etmesi, zaman zaman yazmaya uzun sayılacak bir ara vermemize sebep oluyor ise de, çok şükür, klavyenin başına oturma fırsatını yine de bulabiliyoruz. 


Bugün sizlere yine eskilerden, 1900'lü yılların başında yaşanmış, o zamanın Osmaniye'sinden bir hikaye, "Derviş At"ın hikayesini nakledeceğim. 


Efendim, malûm o zamanki devir at devri. Şimdiki gibi ortalıkta dolaşan model model arabalar olmadığından, o zamanlar ulaşım ve taşımada bunların yerini tutan tek vasıta olarak atlar kullanılırdı... Tabii, at deyince bunların hepsi de birdir demek değil. Bunun alı var kırı var, cinsi Arap olanı var, İngiliz olanı var... Hatta, yeri gelmişken şunu da söyleyelim de, hem bu vesile ile kayda geçmiş olsun, hem de Türk milletinin engin at kültüründen bir damla olmak üzere, nasihat mahiyeti taşıyan deyişlerden burada bir örnek vermiş olalım:



Alma alı, satma kırı
Yağızın da binde biri
İlle doru... İlle doru...


Demek ki donu (rengi) "doru" (kestane rengi) olan atlar en makbül olanları ama "satma kırı" dendiğine göre de, atların kır donlu olanlarının doru donlu atlardan da pek geri kalası olmadığı anlaşılıyor...İşte, hikayemize ismini veren Derviş At da, bu kır atlardan biri ve sahibi de kendisinden daha önce de bir vesile ile bahsetmiş olduğumuz Hacı Hüseyin (Sezgin) Efendi...


Kendisine neden "Derviş At" dendiğini soracak olursanız da; rivayete göre bu at cuma akşamları yem yemezmiş ve başını hep aşağı yukarı hafif hafif sallarmış gece boyunca... Bunu da atın "zikir ettiğine" yorduklarından olsa gerek, bu hayvancağızın adına da bundan dolayı "derviş at" demişler ...


Diyeceğimiz o ki, atlar, sadece bir "binek" değil ayrıca bir "itibar" vasıtası da olduğundan, yarışlar düzenlenir, kazanan atlar da sahiplerini, sadece para değil "nam" ve "şan" sahibi de yaparlar. İşte o tarihlerde, Osmanlı'nın o zamanki Musul vilayetinden kalkıp gelen bir Arap, Osmaniye çarşısında tellal çağırttırıyor ve atı ile yarışacak bir at var ise yarışmak istediğini, yendiği takdirde yenilenden sadece atını alacağını ama şayet yenilirse de sadece kendi atını vermekle kalmayıp, üstüne de 100 altın vereceğini ilan ediyor. Atına ziyadesi ile güvendiği belli olan bu Arabın aleni "meydan okuma"sını duymazdan gelmek mümkün olamayacağından, bu atla gelse gelse "Derviş At" baş gelir diye düşünen ahali, doğruca Hacı Hüseyin Efendinin konağının yolunu tutuyor ve durumu olduğu gibi Hacı Hüseyin Efendiye anlatıyorlar. O da, durumun kaçınılmaz bir "mecburiyet" haline geldiğini anladığından; "haber verin o Arab'a da gelsin bir bakalım!.." diyor. Biraz sonra Arap, yularından çeke çeke beraberinde getirdiği atı ile konağın kapısından avluya giriyor. 


Kısa bir hoşbeşten sonra Arap, Derviş atı görmek istiyor. Derviş at ise ahırında  ve üstünde de bir çul atılı vaziyette bekliyor. Arabı ahıra girdirip Derviş atı gösteriyorlar. Arap, Derviş atın o boynu bükük halini görünce , küçümser bir tavır ile; "bu at mı benimki ile yarışacak olan!.." diyor ve: "İstersen vazgeçebilirsin Hüseyin Efendi!.." diye devam ederek, işin tadını çıkartmayı da ihmal etmiyor. Neyse, Derviş atın üstünden çulunu alıp ahırdan dışarı çıkarıyorlar. O ana kadar uysal, kendi halinde bir hayvancağız görüntüsü veren Derviş At, avluya çıkar çıkmaz, Arabın atını görmesi ile beraber yarışacağını anlıyor ve o eski halinden eser kalmaz bir vaziyette, başlıyor eşinmeye, başlıyor kişnemeye, başlıyor içini boşaltmaya!.. Oluyor mu sana bambaşka bir at! Bunu gören Arabın kafası epey bir karışsa da, o da ettiği sözden geri adım atmak için artık çok geç olduğunu iyi biliyor...


Neyse, lafı uzatmayalım; o gün için büyük bir hadise olan bu "koşu" için ahalinin büyük bir kısmı, yarışın bitiş yeri olarak tayin edilen İstasyon binasının etrafında merakla toplanmaya başlıyor. Yarışın başlangıç yeri ise, adına "Küçük Ger" denilen ve eski adı "Sakızgediği", yeni adı ise "Yaveriye" olan köyün hemen doğu tarafında yer alan tepenin etekleri... Hacı Hüseyin Efendi ise, "Mehmet Eminlerin Zeytinliği" olarak bilinen ve yarış güzergâhının orta noktasına yakın bir yere denk gelen bu yerde, yarışı izlemek üzere yerini alıyor. Derken "Küçük Ger" mevkiinden bir toz bulutu kalkıyor ve yarış başlıyor. Her iki at da Hacı Hüseyin Efendinin bulunduğu noktaya kadar burun buruna bir vaziyette geliyorlar. Tam Hacı Hüseyin Efendinin önünden geçerken Hacı Hüseyin Efendi heyecanla bağırıyor: "Yörü bre Derviş at!"... Hacı Hüseyin Efendinin bu seslenişi üzerine, Derviş At birden bir hamle yaparak ileri çıkıyor ve bitiş noktasına kadar rakibine yarım boy fark atarak yarışı kazanıyor. Ahali rahatlamış ve coşku içinde Derviş atı alkışlıyorlar. Arap ise tabiatı ile üzgün ve herkesin içinde atının yularını Hacı Hüseyin Efendinin eline teslim ederken, diğer eliyle de altın kesesini çıkarıyor. Hacı Hüseyin Efendi ise Arabın uzattığı altın kesesini elinin tersi ile iterek şöyle diyor:


"Ondan burda çok var, evvela onu geri yerine sok! Şu atını da geri al! Amma tek bir şartım var: Buradan izinin üstüne geri dönecek, geldiğin yere geri gideceksin. Senin buradan daha ötede, Yarsuvat'da (Ceyhan) falan gezindiğini duyarsam atını da alırım, altınını da, anlaşıldı mı?!.."


Bunun üzerine Arap boynunu büküyor, altınını kuşağının arasına geri koyup, sessizce savuşup, geldiği istikamete doğru çekip gidiyor...


Hacı Hüseyin Efendi haksız mı? Arabın Ceyhan'a geçmesi, Osmaniye'yi de tepeleyip geçtiği mânâsına gelecek ki, buna hiç fırsat verir mi o?!.. :))

0 yorum:

Yorum Gönder