14 Mart 2013 Perşembe

Bas dayı, biz de atlarık!..


II. Dünya savaşından hemen sonra (sene ya 1946, ya da 1947 ve aylardan da Kasım olmalı), merhum Rıza ve Nihat Sezgin Ankara'daki bir acentadan, o zamanın parasıyla 11.000 TL.ye bir Land Rover cip alıyorlar. O zamanlar "şoförlük" de başlı başına mühim ve kıymetli bir meslek olduğundan, cipi Osmaniye'ye kadar getirmek üzere oradan bir şoförle 200 TL.ye anlaşıyorlar. Ve neticede cip bu şekilde sağ-salim Osmaniye'ye kadar gelmiş oluyor.

Bu arada cipin gelmesini merakla bekleyen biri daha var: Fikret Besen. (Fikret amcamız aynı zamanda; biz Osmaniyelilerin medar-ı iftiharı olan sevilen sanatçı Ümit Besen abimizin de babasıdır.) Rıza Sezgin'le akrabalığı da bulunan ve o yıllarda daha 16-17 yaşlarında genç bir delikanlı olan Fikret Besen, arabalara, makinalara, motorlara da son derece meraklı biri. Bunlar nasıl çalışır, nasıl gider hep merak edip duruyor.

Ne ise, soğuk bir Kasım gününün akşam üzeri cip Osmaniye'ye gelince Rıza amca, büyüklerin; "amansın, yamansın, sen daha acemisin, yapma, etme!.." sözlerine pek kulak asmadan ve cipin etrafında dört dönmekte olan Fikret Besen'i de yanına alarak cibi denemek üzere "şöyle bir dolaşmaya" çıkıyor. Çıkıyor ama; "gidiş o gidiş!.." dedikleri hesap, aradan saatler geçtiği halde, bunlardan bir haber gelmiyor.

Rıza amcamızın küçük kardeşi Nihat amca, bakıyor oluş bu oluş değil, gece artık sabaha dönmeye yüz tutmuş iken bir araba kiralayıp bunları aramaya çıkıyor. "Ha şurada, ha burada!.." diyerek dolanıp duran Nihat amcanın bir ara bunların çiftlik istikametine gitmiş olabilecekleri ihtimali aklına geliyor ve arabayı çiftliklerinin oraya sürdürüyor. Derken, tahmininde haklı olduğu ortaya çıkıyor ve nihayet bunları buluyor. Buluyor ama ne şekilde? Cip, eski bir çeltik sulama hendeğinin içine burun üstü çakılmış, bunlar ise kara leçe taşlarının üzerine kafa göz yarılmış bir vaziyette, cibin iki yanında yarı baygın yatmaktalar!..

Duruma derhal vaziyet eden Nihat amca bunları toparlayıp Osmaniye'ye getirdikten sonra mesele açıklığa kavuşuyor. Meğer bunlar önce şurada burada bir müddet dolaştıktan sonra cibi arazi şartlarında denemeye karar vermişler ve bu maksatla istikametlerini çiftliğe doğru çevirmişler. Bu arada hava bütün bütün kararmış ve gün artık geceye dönmüş bulunuyormuş. Tarlalarda gezinip dururlarken birden cibin önüne bir tavşan çıkmış!.. Hayvanı far ışığının dışına çıkarmamaya gayret eden Rıza amca ve kendini hadisenin heyecanına kaptırarark adeta co-pilotluk yapmaya başlayan Fikret amca, tavşanı ha yakaladık, ha yakalayacağız derlerken önlerine bir anda bir çeltik hendeği çıkmış. Can havliyle kaçmakta olan hayvan önüne çıkan bu çeltik hendeğini tereddütsüz bir sıçrayışla bir anda geçivermiş!. Hendeği fark eden Rıza amca ise haliyle ayağını gazdan çekmiş. Fakat Fikret amcam o kadar kararlı ki, Rıza dayısının gaz kestiğini anlar anlamaz derhal bağırmış:

-"Bas dayı, biz de atlarık!.."

Ve bunun üzerine Rıza amcam da gaza derhal yeniden yüklenmiş!..

Sonuç?..

Tavşan atlamış ama bizimkiler atlayamamış! Yazının başında da belirttiğimiz üzere, cip hendeğin dibindeki kara taşlığın üzerine burun üstü çakılınca, bizimkiler cipten fırlayarak kan-revan içerisinde biri bir yere, öteki öte yere saçılıp kalmış!..

Tabii, bu arada cipin de ciplikten bir hayrı kalmamış!.. Acentadan sıfır alınan cip, tarlalarda tavşan kovalamak uğrunda darmadağın olmuş ve o yıllarda bugünkü gibi kaporta ve tamir işleri yapan atölyeler de öyle pek her yerde bulunmadığı için Gaziantep'deki bir hurdacıya kilo ile satılmaktan kurtulamamış...

* * *

Rıza Sezgin ve Fikret Besen ikilisinin buna benzer bir-iki macerası daha var, kısmet olursa onları da bir gün burada naklederiz... Hadi kalın şimdi sağlıcakla...




0 yorum:

Yorum Gönder