29 Eylül 2011 Perşembe

Kemal Amca


Evet, "Kemal Amca", yani "amca" onun lakabı idi. Hemen baştan belirtelim ki, rahmetli Kemal Amca, aynı zamanda genç yaşta toprağa verdiğimiz merhum Hamdi Akın (Lokur) abimizin de babasıdır.

Osmaniye'mizin enteresan simalarından biri olan Kemal Amca, aynı zamanda kumara düşkün bir adamdır da... Bu yüzden, nerede bir kumar mekânı var ise, orada mutlaka bir boy göstermişliği vardır. Birazdan size anlatmaya başlayacağım hikaye de işte böyle bir mekânda yaşanmış bir hadisenin hikayesidir. Bunu bana bizzat anlatan da, merhum Nihat Sezgin amcamızdır. Öyle ise, şimdi başlayalım hikayeyi anlatmaya:

1950-60'ların Osmaniye'sini hatırlayanlar bilir, Çınarlı Kahve'nin karşısında, cadde üzerinde, arkası Çomu'ların hanına bakan iki katlı, kerpiç bir bina vardı. Daha öncesinde kimin konağı idi, ya da ne için yapılmıştı bilemiyorum ama, 50'li yıllarda bu bina "kulüp" olarak kullanılmakta imiş. Bir Aralık ayında, gece yarısına doğru bu kulübe uğrayan Nihat amcamız, salonda arkadaşı ve akrabası Ahmet Ünlü ile karşılaşıyor. Hoş-beş esnasında, odada kumar oynayanların içinde Kemal amcanın da olduğunu öğreniyor.

O günlerde, memlekette "özel sigortacılık" yeni bir sektör olarak piyasa girmiş bulunduğundan, yaklaşmakta olan yılbaşı dolayısı ile bu sigorta şirketleri, müşterilerine "cüzdan" ve "anahtarlık" gibi çeşitli hediyeler vermekteler... Ahmet Ünlü'ye de işte böyle bir cüzdan hediye gelmiş, o da kulübün salonunda oturmuş, eski cüzdanındakileri, yeni cüzdanına aktarmakla meşgul. Bunu gören Nihat amcanın aklına derhal bir muziplik geliyor ve Ahmet Ünlü'ye diyor ki:

21 Eylül 2011 Çarşamba

Alim'i gördün mü Alim'i..?!


Yörükler, bir zamanlar, rızıkları gereği; hep dağları, yaylaları yurt tuttuklarından, şehirlerde, kasabalarda ne olur, ne biter-şimdiki gibi iletişim ve haberleşme vasıtaları da olmadığından-pek haberleri olmadan yaşar giderlerdi. Ne var ki, tabiatla koyun koyuna yaşayan bu mert, yiğit ve temiz fikirli insanların bu "temiz fikirlilikleri", çoğu zaman onların başına türlü işler açmış, şehirli milletinin de bunları dillerine dolamalarına sebep olmuştur. İşte, bugün anlatacağımız hikaye de, bu türden bir hikaye...

* * *

Çook uzun yıllar önce, Toroslarda yaşayan bir Yörük Obasının ileri gelenleri, dağ başlarında hocasız fakısız bir Müslümanlık yaşamaktan sıkıntı duymuş olmalılar ki, buna bir çare arıyorlar. Zira, zaman zaman hastalanan ya da ölen oluyor ama bunların başında en azından bir Kur'an okunması lazım, o bile yok!..

Peki ne yapmalı?..

Şehre giden aklı başında bir kaç adama görev vermeli, gereken ne ise aklı başında bir hocaya danışılmalı...

Onlar da öyle yapıyor ve araya araya, "aklı başında"(!) bir hoca buluyorlar ve anlatıyorlar sıkıntılarını... Hoca ise hin oğlu hin, diyor ki:

17 Eylül 2011 Cumartesi

"Tahan Bekmez Datlısı"


Her ne kadar "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur!.." desek de, kendi başımıza kaldığımızda birbirimizle uğraşmaktan, senlik-benlik davası gütmekten geri durmadığımız bir gerçek.

Tarihimize baktığımızda, elin gâvurundan ziyade, daha çok kendi kendimizle uğraşmış olduğumuzu görüyoruz.

Derler ki; Ermeniler, çocuklarına şöyle nasihat ederlermiş:

"Zemheride kurttan, harman zamanı Türk'ten uzak duracaksın!.." 


İşin doğrusu,-hele ki o sözün söylendiği zamanlar-bunda hakikat payı yoktur diyemiyoruz.

Çiftçiliğin en önemli geçim kaynağı olduğu dönemlerde-tecrübe ile sabit ki-ekinler başak tutmaya başladı mı, milletin yürüyüşü bile değişir, çatacak yer aramaya başlarmış. Bizim Çukurova'da hiç yoktan işlenen en kanlı cinayetlerin Mayıs ayına denk gelmesi, işte bu sebepten, yani boşuna değil!..