13 Haziran 2012 Çarşamba

YILBIRT GİBİ GELDİ GEÇTİ




Anadolu insanı duyguludur, hassastır, çabuk içlenir. Sert görünür çoğu zaman ama bu mecburiyettendir. Ataları doğru dürüst bir gün yüzü görememiştir, kendisi de bu topraklarda öyle uzun boylu gün yüzü görülemeyeceğini iyi bilir. Ne zaman ki, kendini kaptırıp şöyle gönlünce gülmeye kalksa, "bu kadar gülmenin sonu hayırlı olmaz" korkusu hemen içini kaplayıverir de, tekrar durgunlaşıverir... 


İşte bu topraklar böyledir, buralarda yaşayan gülmeyi unutmalı, ağlamaya hazır olmalı ama öyle açıktan da değil, ancak için için ağlamaya izni olduğunu asla aklından çıkarmamalıdır. 


Gerçi, bunları zaten biliyorsunuz ya, gelin öyleyse sözümüzü, yine bizden birinin, edebiyatdefteri.com sitesinde, nice güzel şiirlerini okuduğum değerli şair Süleyman Sırrı KARANFİL'in, "YILBIRT GİBİ GELDİ GEÇTİ" şiiriyle tamamlayalım.


YILBIRT GİBİ GELDİ GEÇTİ

8 Haziran 2012 Cuma

Dev pehlivan Filiz Nurullah Japon rakibine karşı



Wikipedi ansiklopedisi, bu ünlü pehlivanın tam adını "Ali Nurullah Hasan" olarak veriyor. 2.18 m.lik boyu ve 145 okka (175 Kg.) ağırlığı ile hakikaten dev bir cüsseye sahip olan bu pehlivan, 1870 yılında, şimdi Bulgaristan topraklarında kalmış bulunan Karaali-Şumnu'da doğmuş. Türkiye'de nam yaptıktan sonra Paris, ABD ve Londra'yı da dolaşıp burada çeşitli karşılaşmalar yapan pehlivan, 1911 yılında güreşi bırakıp İstanbul'a dönmüş ve 1912 yılında, daha henüz 42 yaşındayken hayata veda etmiştir. Allah rahmet eylesin ve amin!..

Bugün burada, bu amansız pehlivana dair anlatacağımız şu küçük anektod, diyebiliriz ki, sadece bir anıdan ibaret olmayıp, bilenler için aynı zamanda hisse çıkarılacak bir kıssa mahiyetindedir de...

Öyle ise, şimdi gelelim hikayemize:

Filiz Nurullah, malum cüssesi ve güreşmek hususunda gösterdiği maharetle kısa zamanda adını dünyaya duyurunca, bu işten ekmek yiyen güreş organizatörleri de tabiatı ile derhal  kulakları dikmişler ve bizim pehlivanın peşine düşmüşler. İşte, bir gün, bu taifeden bir grup Filiz Nurullah'ı Paris'e davet etmişler. Tabii, bunların maksadı (işleri gereği) daha çok para kazanmak olunca, klasik güreş müsabakalarından daha farklı bir müsabaka şekli icat etmenin daha kârlı olacağını ve böylelikle, sadece güreşe düşkün seyircilerin değil, bunların dışında kalan kimselerin de merakının celbedilmesinin mümkün bulunacağını düşünmüşler.. Çok geçmeden de aranan "şekil" nihayet bulunmuş. O günlerde, aynen Filiz Nurullah gibi, kendi dalında adını dünyaya duyurmayı becermiş bir Japon judocu varmış. Bu organizatörler bu Judocuya da ulaşmışlar ve ona da aynı teklifi götürmüşler. Neticede, o da Filiz Nurullah gibi bu teklifi kabul etmiş ve nihayet ikisi de bu maksatla Paris'e vasıl olmuşlar.