17 Nisan 2012 Salı

Kamyon duracak, Rıfkı emminiz işeyecek!..


Sene, 1940'lı yılların sonu... Memleket hâlâ yokluk ve yoksuluktan çıkmaya çabalıyor! Şimdiki gibi her kapının önünde çifter çifter araba yok! Bırakın o dönemin tanımı ile "hususi" arabayı, nakliye için kamyon bulmak bile bir mesele!.. Hele ki, o zamanlar kasaba seviyesinde olan Osmaniye gibi yerlerde, hususi araba da, ticari taksi de, kamyon da, iki elin parmaklarını ya geçer ya geçmez! Onlar da zaten memleketin belli başlı zengin adamlarının kapısında bulunur.

İşte, o dönemin zenginlerinden olan M. E. de, Osmaniye'nin hem kamyon, hem de hususi araba sahibi nadir adamlarından biridir. Bilhassa yeni aldığı "kırmızı" renkli kamyon memleketin dilindedir.

8 Nisan 2012 Pazar

Devlerin Aşkı


İşin doğrusu, yazlık sinemaları unutalı çok zaman oldu. 50'li yıllardan hemen hemen 70'li yılların sonuna kadar güzel Anadolu'muzun bir çok şehir ve kasabasında bulunan tahta sandalyeli o güzelim yazlık sinemalardan şimdi ne yazık ki artık eser yok!

Giderek bir yaşam biçimi haline gelen ve hayatımızın bir parçası olan o yazlık sinemalar, o yılları yaşamış olanların hafızalarında; sadece bir sinema olarak değil, büfelerinde satılan şehir gazozlarından leblebi-çekirdeğe, cadde, sokak ve mahallelerde gündüzden gezdirileren tahta filim kartelaları ve kartelacıları ile de şüphesiz ki, çok güzel anılar bırakmıştır. Hele çocuklar ve kadınların eşleri ve babaları tarafından "akşam sinemaya götürülmeleri", o günü başlı başına özel bir gün yapmaya yeter de artardı bile!.. Ha, bir de arada bazen öyle filimler gelirdi ki, sadece şehir ve kasabalardan değil köylerden bile insanlar gürem gürem bu filimi seyretmeye gelirlerdi. Öyle ki, sinemaya giden yollardaki o kalabalıkları bugün bir gören olsa, onları ya maça, ya da parti mitingine gidiyorlar zanneder!

2 Nisan 2012 Pazartesi

Altmış altmış yüz seksen!..


Şimdilerde; "oğlumuz ne iş yapar" diye sorulduğunda, "oğlumuz faktoringci" dendiğine siz pek aldırış etmeyin! Bu sevimsiz mesleğin bilinen adı "faizcilik", kanuni adı "tefecilik" ve Kahraman Maraş'taki adı da "cücükcülük"tür. Gayrı resmi finans piyasasının perde arkasında faaliyet gösteren bu şikirsiz aktörleri, pek tabii ki, acımasızlıkları ve gaddarlıkları ile tanınırlar. Fakat, bankacılık mevzuatının katı kurallarına; ipotek, kefil vb. gibi o uzun süren muamelatlarına durumu uygun düşmeyen müşteriler ve de bilhassa da bankalarca kara listeye alınarak, günün moda deyimi ile; bankaların "banlanmış" müşterileri, ister istemez hep bu "cücükcü" taifesinin kucağına düşerler.

Dünyanın bilinen en eski mesleği(!) ile (en azından) yaşdaş olduğuna inandığım bu meslek erbabı, yeri geldiğinde işini şer'i kural ve kaidelere uydurmaktan da geri kalmamışlardır. Bu sepebten, hacılığa hocalığa da kara çalınmasına ve cümle milletin "hacı, hoca" denince arkasını tutarak kaçmasına sebep olan bu densizler, dini kendi bu deni işlerine bir kalkan yapmaktan geri durmamışlar ve din üzerinden kendilerine hem bir itibar, hem de meşruiyet kazandırmaya çalışmışlardır. Bunlarla ilgili bir dolu hikaye ve kıssanın var olduğunu bildiğim memleketimin bir köşesinden; Gazi Antebe nazaran kahramanlığını geç de olsa kazanmış Maraş'tan, faizci eline düşmüş bir gariban köylünün hikayesini sizlere nakledeyim ki, unutulmasın: